Özellikle Suriye İç Savaşı’nın başladığı 2011 yılından beri Türkiye’deki varlığı iyice artan yabancıların tanımlanması biçimi kafaları karıştırmaktadır. Türk hukuk sisteminde mülteci kavramı tanımlanmış olup sığınmacı kavramının hukuksal karşılığı yoktur. Türk Hukuk Sistemi, Avrupa dışından gelenlere mülteci hakkı tanımamaktadır. Uluslararası Hukuk Sistemi’ne bakıldığında:
Mülteci: “Irkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu" için yurttaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişileri ifade etmektedir.
Sığınmacı: Mülteci statüsü almaya yönelik başvurularının hükümet ya da BM Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından karara bağlanmasını bekleyen kişiler için kullanılır. Statüleri resmi olarak tanınmamış da olsa sığınmacılar menşei ülkelerine zorla geri gönderilemezler ve haklarının korunması gerekir.
Göçmen: Yurttaşı oldukları ülkelerin korumasından yararlanmaya devam ederlerken eğitim, çalışma gibi daha iyi bir yaşam standardına kavuşabilmek için ülke değiştiren kişilerdir.
Düzensiz Göçmen: Göç ettiği ülkenin yasalarını ihlal ederek giriş yapan, ülkede kalmak için yasal hakkı bulunmayan kişiler olup halk dilinde kaçak olarak tanımlanırlar.
Vatansızlar: Kendi yasalarının işleyişi içinde hiçbir ülke tarafından yurttaş sayılmayan kişilerdir.
Türkiye Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ni 1961’de onayladı. 1967 yılında Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokol’ü de onayladı. Ancak Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenen coğrafi sınırlama ilkesini sürdürmeyi seçti. Türkiye, 2014’te yaptığı yasal değişiklik yaparak 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nu ile bu durumu yabancılar lehine düzenlenmiştir. Bu bakımdan Türk soylu ve Avrupa dışından gelenler üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar “şartlı mülteci” diyebileceğimiz “uluslararası koruma başvuru sahipleri” kapsamında değerlendirilmektedir.
Ortada gerçek ve acı olan bir sorun var. Türkiye’de bulunan yabancı sayısıyla ilgili net bir sayı verilmese de bazı siyasi çevrelerce bunun 12 milyon olduğu dillendirilmektedir ki bu da her 100 kişiden nerdeyse 11’inin yabancı olduğuna işaret etmektedir. Görüldüğü gibi ortaya ürkütücü bir tablo çıkmaktadır. Bu kişilerin çoğalma hızları da dikkate alındığında sonraki yıllardaki tabloyu düşünmek bile….
İnsanî olan her tutum ve davranışa amenna ancak bu da ülkenin ekonomik, mali, sosyal ve siyasi imkanlarıyla sınırlıdır. Bu kadar yabancı varlığını ne tarihi ve kültürel bağlarla ne de insanî duygularla açıklamak mantıklıdır. Önce can sonra canan gelir, derler. Önlem alınmadığı takdirde şu an yaşadığımız ekonomik sorunları yarın sosyal ve siyasi sorunlar izleyebilir. Onun için geçen her gün zarardan sayılarak yabancıların bir an önce gönderilmesinin çalışmalarına başlanılması önemlidir.
Yabancılara verilen yurttaşlık hakkının da gözden geçirilmesi önem arz etmektedir. Yurttaşlığın belli bir meblağ üzerine gayrimenkul edinme şartına bağlanma söylencesini bir tarafa bırakırsak yurttaşlığın belli şart ve kıstaslara bağlanarak bir entegrasyon süreci içermelidir. Bu devletin yurttaşı olmanın bedeli çok ağır olup kolay kolay herkes taşıyamamalıdır.