Son yapılan araştırmalara göre insanoğlunon binlerce yıl önce Afrika’dan çıkıp dünyaya yayılmıştır. Buzul çağıyla yalıtılan insan topluluklarının birkaç bin yıl içinde genetik mutasyona uğrayarak farklılaşmıştır. Örneğin kuzeyde yaşayan insanların çekik gözlü olmaları gibi. On bin önce Buzul Çağı etkisinin azalmasıyla hareket alanı genişleyen insan toplulukları birbirleriyle temasa geçerek, melezleşmiş ve günümüz toplumlarını oluşturmuştur.
Bilimsel açıdan tek bir insan ırkından söz edilse de, bununla birlikte antropolojik açısından fiziksel özellikleri ve akrabalık dereceleri dikkate alınarak farklı insan ırklarından da söz edilmektedir. Bu anlamda kafa yapıları ve ten renklerine göre iki ayrı kategoriye ayrılmıştır.
Kafa yapılarına göre yukarıdan bakıldığında kafanın görünüşü esas alınır. Brakisefal kısa kafa, dolikosefal uzun kafa ve mezosefal ise orta kafa biçiminde sınıflandırılmıştır.
Ten renklerine göre ise beyaz, sarı, siyah biçiminde bir sınıflandırma yapılmıştır.
Bunların dışında üçüncü bir ayrım olarak da göz rengi, burun şekli ve saç durumu gibi unsurlar da kullanılmaktadır.
Bu bakımdan Türk ırkının brakisefal kafa yapılı ve beyaz tenli olduğu görülmektedir.
MÖ. 2500 ilâ 1700 yılları arasında Sayan ile Altay dağları arasında görülen Afanasiyevo Kültürü içinde yaşayan Öntürklerin atalarınınavcı ve savaşçı bir topluluk olduğu ve koyun yetiştiriciliği yaptığı bilinmektedir. M.Ö. 1700 ilâ M.Ö. 1200 arasında Altay ile Tanrı dağları arasında görülen Andronova Kültürü içinde yaşayan Öntürklerin ise daha iyi bir seviyeye ulaştıkları, bakır ve madenlerden eşyalar yaptıkları ve atı evcilleştirdiği görülmektedir. Andronova kültürü ilginç biçimde hem Hint-Avrupa kültürünü içerirken, aynı zamanda Altay kültürünü de içerdiği tespit edilmiştir.MÖ. 1200 ilâ 700 yılları arasında görülen Karasuk Kültürü’nde demirin kullanıldığı, dokumacılık yapıldığı ve arabaların kullanıldığı görülmektedir.
Araştırmacılara göre Öntürklerin MÖ. 2000’lerde önceTayga Ormanları ve Yenisey Irmağı etrafında yaşadığı, ancak bu tarihten sonra Altay Dağları’ndan aşağıya inerek Tanrı Dağları’na doğru yayılmaya başladığı, MÖ. 1100’lü yıllarda da Ötüken ve Balkaş Gölü etrafında konuşlandığı bilinmektedir.
Orta Asya’dan Türkler milattan önce üç, milattan sonra da on üç defa olmak üzere dünyanın değişik bölgelerine göç etmiştir. Bu kapsamda MÖ. 7’nci yüzyılda Yakutlar Sibirya’ya, Çuvaşlar Urallara, Sakalar ile hareket eden bir grup da Kafkaslara ve Kırım’a göç etmiştir.Kimmerler ve Sakalar, Türk Kültür tarihinin ilk temsilcisi olarak kabul edilirler.
Altay ve Tanrı dağlarının arasına yerleşen Öntürklerin MÖ. 450 yılından itibaren yerleşik Hint-Avrupa kabilelerini yerlerindenederek, Orta Asya’yı yurt edindikleri görülmektedir. Boylar şeklinde Orta Asya’ya dağılan Türk grupları, göçebe bir yaşam biçimi benimseyerek, düşmanlara karşı boylar federasyonu şeklinde örgütlenmesini bilerek, kısa sürede bozkırın efendileri olmuştur.
Bozkır’da yaşayan Türkler, göçebe tarzında yazın yaylalarda ve kışın obalarda yaşamıştır. At bozkır yaşamının varlığı ve bekası için büyük öneme sahip olduğundan, koyunların ardından at sürüleri gelmiştir. İlginçtir ki, Türklerde domuz sürülerine rastlanmaz.
Bozkır yaşamına uygun olarak da On İki Hayvanlı Takvim geliştirilmiştir. Yerleşik yaşam benimsenmediğinden etin dışında daha çok sütlü darı, yoğurt, peynir ve kımız tercih edilmiştir. Göç sırasında iki hörgüçlü develer, kızaklar ve arabalar kullanılmıştır. Göçün sonunda kurulan keçe çadırları beyler için kare iken, halkın çadırları yuvarlaktır. Bey çadırına otağ, halk çadırlarına ise yurt denilmiştir.Göçebelerin yaşamında halı önemli bir yer tutar.
Başta egemen olan Şamanizm’in yerini Göktanrı Dini almışsa da, şaman ve atalar kültüne ait unsurlar yaşamaya devam etmiştir. Cennet uçmak, cehennem ise tamu olarak tanımlanmıştır.