Anadolu Devrimi olarak adlandırılan Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in İlanı sonrasında Türkiye’de yaşanan rejim değişikliğiyle son yüzyılı aşkın bir süredir yavaş hareket eden çağdaşlaşma sürecine hız verilmiştir. Saltanatın kaldırılması, hilafetin ilgası ve laikliğin getirilmesi bu sürecin sacayağını oluşturmaktadır.
Kurtuluş Savaşı’na karşı saltanatın takındığı olumsuz tavır onun sonunu getirmiş, bu da Cumhuriyet’in ilanı ile sonuçlanmıştır. Ancak hilafetin kaldırılması, akabinde laikliğin getirilmesinin sancıları yer yer devam etmektedir. Nitekim bu durum bir kesim tarafından “irtica hortladı” şeklinde manşetlere taşınmışken, diğer kesim tarafından da “Cuma düştü” şeklinde karşılık bulmuştur.
Hilafetin kaldırılması ve laikliğin getirilmesi yerel ve bölgesel bazı olaylar dışında toplum tarafından dışlanmamıştır. Hilafetin bir sembolün ötesine gitmemesi ve laikliğin de hoşgörü olarak toplumda karşılık bulması bunda etkili olmuştur.
Türk halk ve kültür yapısı içinde aşırı uçlara pek rastlanmaz. Türk toplumu gerek imparatorluk geleneği ve gerekse binlerce yıllık uzun geçmişi içinde çok sayıda kültürle etkileşiminde bulunmasından dolayı diğer halklara göre hoşgörüye ve inanç özgürlüğüne daha yatkındır. Nitekim hilafetin ilgasına karşı Şeyh Sait İsyanı ve Menemen Olayı dışında ciddi bir direnişle de karşılaşılmamıştır.
1911 ilâ 1922 yılları arasında süren yıkıcı savaş Türkiye’de ulus bilincinin gelişmesinde etkili olmuştur. Ulusal yapının içinde de hilafetin pek bir anlam ifade etmeyeceği açık olup, din ve vicdan özgürlüğü açısından da laiklik kaçınılmaz hale gelmiştir.
Gerçekten de laiklik, layıklık, sekülarizm, hoşgörü ya da başka bir sözcükle karşılansın dinin sömürü aracı olmaktan kurtarılması için, insan hak ve özgürlüğü için, din ve vicdan serbestliği için, çağdaş ve müreffeh bir toplum için, demokratik bir hukuk devleti için toplumun bunların hepsini kapsayan bir kavrama ihtiyacı vardır. İhtiyacın ötesinde anayasal bir güvenceye de kavuşturulması gerekir. Aksi takdirde bir inancın diğer bir inanç üzerinde, bir mezhebin başka bir mezhep üzerinde tahakküm kurması kaçılmaz olacağı gibi yukarıda sayılan temel hak ve özgürlükler de pamuk ipliğine bağlı kalacaktır. Dolayısıyla günümüz demokrasisi açısından laiklik temel bir insan hakkı olarak ortaya çıkmaktadır.
Geçen yüzyıl içinde laiklik kavramı anayasal bir zemine oturmuşsa da, suiistimale açık olması devam etmektedir. Laiklik, ne “din elden gidiyor”a, ne de “cumhuriyet elden gidiyor”a dönüşmeli. Türkiye’nin sorunu laiklik değil, kalkınmadır.