Anayasa’nın 66 ncı maddesinde, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ifadesi kullanılarak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hukuken “Türk” olarak tanımlanmaktadır. “Türk” ifadesi Anayasa’nın 2 nci maddesinde “Atatürk Milliyetçiliği” ile açıklamaktadır.
Atatürk Milliyetçiliği, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin dil, kültür ve siyasi birliktelik gibi değerlere dayanan bir milliyetçiliği benimsemektedir. Uluslararası literatürde buna toprak milliyetçiliği denilmektedir. Bu bakımdan Atatürk Milliyetçiliği, kan yerine, vatan esaslı bir yaklaşımı esas almaktadır. Nitekim Anayasa’nın 10 uncu maddesinde, “ Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmü gereği bütün vatandaşlar hiçbir ayrıma uğramaksızın eşit sayılmıştır.
Milliyetçilik kavramı malûm olduğu üzere Batı menşeilidir. 1789 Fıransız İhtilâli ile ortaya çıkan ve geleneksel imparatorluklar yerine milli devletleri esas alan bir siyasi akımdır. Bu böyle olsa da, bu tarihten önce bir milliyetçilikten bahsedilemeyeceği anlamı da akla gelmemelidir. Belki çağdaş ve bilimsel anlamda milliyetçiğin başlangıcı olarak Fransız İhtilali kabul edilse de, tarihte, milliyetçiği esas alan ya da dayatan çok sayıda uygarlıklara rastlanılmaktadır.
Türk milliyetçiliğinin Türkiye’deki gelişiminde, Fransız İhtilali, bir imparatorluk kimliğinden dolayı fazla etkili olamamışsa da, Dış Türkler denilen, Türkiye dışında yaşayan Türkler üzerinde hemen etkisini göstermiştir. Ancak geleneksel anlamda Türk milliyetçiliğinin doğuşunu Orhun Yazıtları’na kadar götürmek de mümkündür. Nitekim o zamana kadar tamamen bir boylar federasyonundan ibaret olan hakanlıklar, Götürkler ile bir millet ve devlet adı olarak “Türk” sıfatını seçmiştir. O tarihten sonra Türk kimiği, bir üst kimlik olarak Oğuz ve Kıpçak boylarının ortak adı olarak kullanılagelmiştir.
İslamiyetten sonra, Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan dergah geleneği, Türk-İslam kültürününün gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Bugün Türklerin, İslam’a bakışlarında ve dünya görüşünün oluşumunda Yevesi Geleneği büyük bir etkiye sahiptir. Özellikle Moğol istilası boyunca Anadolu’da Alp-Erenlik ve Ahilik olarak kendini gösteren bu gelenek, Selçuklu’dan Cumhuriyet’e önemli bir miras bırakmıştır. Bu gelenek kendini Anadolu’da hoşgörü temelli bir Türkçeleşmenin yansıması şeklinde bulmuştur.
Osmanlı’da sözlü olarak gelişen milliyetçilik, II. Murat Han döneminde resmi bir hüviyete kavuşmuştur. Timur istilası sonrası bir meşruiyet ve üstünlük göstergesi olarak Osmanlılar, hanedanın Kayı Boyu’na mensup olduğunu, yönetme erkinin de Oğuz Han’dan kendilerine geçtiğini, Oğuz Han’ın diğer hanedanlara karşı kutlu sayıldığını ileri sürmüştür. Erken Osmanlı dönemindeki milliyetçilik hareketi Fatih döneminde de sürmüşse de, II. Beyazıd ile birlikte milliyetçiliğin yerini muhafazakârlığın aldığı görülmektedir. Öyle ki, yabancıların Türkiye, Türk İmratorluğu söylemleri, bu cağrafyada karşılık hoş karşılanmamış, aksine yer yer yerilmiştir de. Ancak bu durum 19. yüzyılın başlarında terkedilerek, bu tarihten sonra çağdaş anlamda Türkçülük akımlarının gelişmeye başladığı görülmektedir. Özellikle Tanzimat Fermanı ile Türkçe ve Türkçülük üzerine çalışmalar yapıldığı ve eserler verildiği görülmektedir. Bu tarihten sonra Türk milliyetçiliği yeni bir nitelik kazanmıştır.