Atatürk, Türk milletini,Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir, şeklinde ifade etmiştir. Peki, Türklük, üst kimlik mi, üst etnik kimlik mi?
Üst kimlik bağlamında olaya tarihsel ve siyasal açıdan bakıldığında, Türk adının ilk defa Göktürk Kağanlığı ile siyasal bir kimlik olarak ortaya çıktığı bilinmektedir. O zamana kadar çeşitli boy ve soy adlarıyla anılan toplulukların Türk siyasal adı altında birleştirildiği görülmektedir. Bu tarihten sonra Türk adı yaygınlaşmış olsa da, boy ve soy adlarının etkinliği devam etmiştir. Nitekim, Oğuzlar, Selçuklular ve Osmanlılar gibi.
Etnik kimlik bağlamında olaya biyolojik ve fiziksel açıdan bakıldığında, belli bir Türk tipinin olmadığı bilinmektedir. Kıpçaklar ile Oğuzlar arasındaki fiziki farklılık bile bariz iken, Batı’ya doğru yaklaşıldığında, özellikle Oğuzların bir Avrupa tipine kaydığı görülmektedir. Nitekim Türk adı, bir etnisitenin çok ötesinde kullanılmıştır.
Tarihin derin çağlarında bir Türk tipinden söz edilebilse de, bugün bu daha çok Türkçe konuşan halklar şeklinde anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere bugün etnik bir Türk tipinden bahsedemeyeceği açık olup, Türk adı daha çok kültürel ve siyasal bir tanımlama olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim, siyasal bir ad olarak ortaya çıkan Göktürk Kağanlığı’ndan bu yana Türk tanımlaması, siyasal ve kültürel bir tanımlamanın merkezini oluşturmuştur. Nitekim, Türk adı bir dönem Turan halkların için kullanılırken, bir dönem Balkanlar ve Kafkaslar’daki müslümanlar için kullanılmıştır. Dolayısıyla sınırları belirlenmiş bir Türk kimliğinden bahsetmek zordur.
Ötüken Ormanları’ndan haraketle çağlar boyu değişik kültür ve etnisite ile yoğrulan Kıpçak, Oğuz ve diğer Turan halkları, diğer halklar ile de karışarak bugünkü üst Türk kimliğini oluşturmuştur. Bu kimliğin içinde yerel Mezopotamya, Anadolu, Kafkasya ve Balkan halkları olduğu gibi erken dönemde kadim Asya halklarının da olduğunu bilmek gerekmektedir. Nitekim 19 ve 20. yüzyılda yaşanan zulme ve soykırıma karşı Ak Topraklar diye tabir edilen Anadolu’ya koşan Balkan ve Kafkas halkları, varlıklarını ve kurtuluşlarını Türklüğün varlığında görmüşlerdir. Ki, Türkçülüğün de başlamasına ön ayak olmuşlardır. Nitekim, Türklüğün esasınıyazan Ziya Gökalp, Türklüğün marşını yazan Mehmet Akif Ersoy’a bakmak yeterlidir.
Sonuç olarak kişi, hangi ırk ya da soyda doğacağını belirleyemeyeceği için her şeyden önce kişide aranması gereken husus, ne kadar insani değer ve özellik taşıdığıdır. Ondan sonra ortak kader ve kıvanç birlikteliğini oluşturan milliyet unsuru önem taşır. Ki, bunun dışında kalan ırk, boy ve soyun önemi kültür ve folklordan başka bir önem arz etmez. Bilinmelidir ki, ırk, boy, soy olarak öne çıkartılan öğelerin bilimsel anlamda bir önemi olmadığı, bunların sosyalojik tanımlamadan öte geçmediği kanıtlanmıştır. Sosyolojik anlamda bir üst kimlik olarak, Türklük, siyasal ve kültürel bir tanımlamadır. Yakın tarih açısından bakarsak Türklük; Osmanlıcılık ve İslamcılığın bir karması ve bir sentezi olarak, ortaya çıkmış zorunlu bir harçtır.
Bu anlamda Türklük, bir millet adı olup, aynı zamanda da bir aidiyettir. Nitekim kişinin ne olduğu değil, ne hissettiği önemlidir. Sözün özü Türklükbir üst kimliktir.