Benim çocukluğumda annemden babamdan duyduğum bir değiş vardı; “Elden gelen öğün olmaz, oda vaktinde bulunmaz.” derlerdi.
Yoksul olanlara, ihtiyacı olanlara yapılan yardımlar için söylenmiş, yaşamın ta kendisini anlatan bir söz.
** *
Son yıllarda Irak ve Suriye halkının, özellikle yoksul ve orta gelir düzeyinde olanlarının çektiklerini düşünmeye çalışıyorum, çok can sıkıcı bir durum.
Zengin olanları, ülkelerinin dışında da rahat yaşamlarını sürdürüyorlar.
Olan her yerde ve her şeyde olduğu gibi, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan bu insanların, yoksullarına ve emekçilerine oluyor.
* * *
Bu insanlar, canlarını kurtarmak için çoluk çocuk memleketlerini, evlerini barklarını terk etmişler.
Hiç tanımadıkları, huyunu suyunu bilemedikleri bir ülkeye sığınmak zorunda kalmışlar.
Kendinizi bir dakikalığına onların yerine koyun.
Maaş yok başka bir gelir yok. Ya dileneceksiniz, eğer dilenmeyi beceremezseniz hırsızlık yapacaksınız ve eğer onu da yapamazsanız, yaşayabilmek için gasp yapacaksınız.
Aç gezme olanağı olmadığına göre, bu şıklardan uygun olanını seçmek zorundasınız.
* * *
Bu noktada İnsanlık denilen şey, tarihinin en büyük sınavlarından birinden geçmektedir.
Medeniyet, bilim, ilim hepsi, tarihin en büyük sınavlarından birini vermektedir.
Küresel aktörlerin, silah üretici ülkelerinin bu savaşların esas nedeni olduğunu düşünürsek, bu noktada yapılacak bir şeyin kalmadığını görüyorsunuz.
* * *
Bu insanların, sığındıkları ülkelerde, bekledikleri tek şey onların da insan olduklarının farkına varılmasıdır.
Ben bu konuda yabancılara yapılması gereken insani yardımların yapılmasından yanayım.
İnsanın Suriyelisi, Amerikalısı, Almanı Fransızı olmaz.
Ama gelenlerin sicillerinin araştırılması kaydı ile tabi…
Sözün bittiği, insanlığın bittiği nokta bu işte, ölümle yaşam arasında yer aramak zorunda kalmak.
Keşke, iç çatışma yaşayan ülkelerinde, çatışmaları zaferle bitirecek, medeniyeti ve uygar dünyayı hedef gösterecek, demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne inanan birer liderleri olsaydı.