Ortadoğu ve İslam coğrafyasında mezhep kavgası..! ve Persiyan devletinin velayeti fakih ilkesi..!
Sünnilik / Şia ve Alevilik bir dönemin siyasal kimlikleri olup, daha sonra inanç kırılması ve kavga konusu haline getirilmeye çalışılmış kavramlardır. Bizim için tek bir inanç ve kimlik vardır; o da İslam..! Bizim, kendi kardeşlerimizle kavgamız söz konusu olamaz..!
1979 senesinde, İran’da devrim olmuştu. Ayatullah Humeyni tarafından gerçekleştirilen İran (İslam!) devrimi, o zamanki dünyanın jeopolitiğine uyum gösteren bir durum değildi… İran’da iktidara gelen İslam’ın Şia doktriner anlayışı (mezhebi), velayeti fakih ilkesiyle tüm şii Müslümanları canlı yaşayan bir imama bağlıyordu ve içtihatlarına uyulacak olan imamın; yaşayan bir imam olması ilkesiyle, dünyanın siyasi konjöktörüne direkt müdahale ediyordu… Velayeti fakih ilkesi; Humeyni’nin İslam’ın (şii) doktriner yapısına müdahalede bulunduğu,(hediye ettiği!) ve İslam’ı siyasallaştıran önemli bir kavramdır. Humeyni’nin İran’da ihtilal yaptığı zamanda, Azeri kökenli ve en büyük dini otorite olan Ayatullah-ul Uzma Şeriat Madari, velayeti fakih ilkesini, dinin özünden görmeyen anlayışıyla ön plana çıkmış, İslam’ın siyasallaşmasını istememiş ve İran’da dışlanmış… menkuben hayata veda etmiştir…
İran ihtilalinin hemen akabinde, Irak’lı şii bir Müslüman olan Muhammed Bakır Es Sadır, İran’da neş’et eden velayeti fakih ilkesini, dinin özünde bir kavram olarak kabul edip, İran ihtilalini Irak’taki şii Müslümanlara taşımak ithamı ile, Saddam Hüseyin tarafından cezalandırılmış ve öldürülmüştür.
Ortadoğu ve İslam coğrafyasında kendini yalnız hisseden iki devlet; İsrail ve İran, birbirinin zıttı gibi görünse de, son yıllarda çok derin bir ittifak içine girmişlerdir. Bir şey haddini aştı mı, tersine döner. İsrail, İslam düşmanlığında, İran ise İslam’ı siyasallaştırmada aklın ve insanlığın hudutlarını zorladığından, her ikisi de birlikte, derin bir ittifak içerisine girmek mecburiyeti hissetmişlerdir. Bu iki devletin ortak özelliği, dini anlayışlarını aklın ve insanlığın sınırlarını zorlayarak siyasallaştırmalarıdır.
Geçtiğimiz yıllarda, yine Azeri kökenli bir ayetullah olan Irak’ın Necef şehrinde yaşayan Ayatullah Hoi, dinin siyasete alet edilmesini istemeyen ve bu sebeple, Humeyni’nin İslami şii doktrinler yapısına getirdiği velayeti fakih ilkesini kabullenmemesinden ötürü; emperyal güçlerle anlaşmış Muhammed Bakır Es Sadır’ın oğlu Mukteda Es Sadır tarafından öldürüldüğü iddia edilmiştir. Ayatullah Hoi’nin öldürülmesi ile birlikte, Güney Irak’ta emperyal güçlerle anlaşmış Fars devleti, ihtilale başlamış ve milletimize ait sevgi darbe almıştır. Bizim için Güney Irak’ta kırılma noktası budur..!
Bir taraftan Yemen’deki husilere, velayeti fakih ilkesi ile birlikte, müdahale etmeye çalışan İran (Persiyan) devleti, velayet ve risalet anlayışında, İslam Şia doktrininde; velayetin (iç/öz temizliğinin), asıl olduğunu ve risaletten (Kuran’ın şekli mesajlarından) daha önemli bulunduğunu, modern dünya ile olan iletişiminde, velayeti ön plana çıkararak emperyal güçlerle çok derinden bir iletişim kurmayı, Ortadoğu coğrafyasında maalesef sağlamıştır…
(Sünni) İslam’ın risalet kaygısı ve anlayışı ile sertleştiği iddiası ve İslam’ın fundamentalizm diye isimlendirildiği bir dönemde, İran’ın velayet anlayışına atıf yapan söylemlerle, emperyal güçlerle iletişim kurması, bize elimizde olmadan şu cümleyi kurma mecburiyeti getirmiştir; İran’da velayeti fakih ilkesi ile ihtilal yapan İslam’ın (şii) doktrini, velayet kavramı ile Batı’yla iletişim kurarken; özünde Türk Müslümanlığı ve laiklik anlayışı içinde bulunan Türkiye’nin, son zamanlarda laiklik vurgusunu azaltmasını, Batı’yla olan iletişimin kırılma noktasına gelmesini anlayamamış bulunmaktayım.
İslam dünyasında; bir mezhep kavgası başlatılıp, İslam’ın bütününe ihanet sergilenmekte, İslam; Müslümanlar’ın kendi sağ ve sol elleri ile tokat yemektedir.
Zira; parçaya değer vermek, bütüne ihanet etmek demektir. İslam’ın tefekkür (Allah’ın varlığını düşünme), tedebbür (dövüne dövüne düşünme) ve teemmül (ideolojik konularda düşünme) zenginliğini bir kavga konusu haline getirmek; sanki din ve insanlık mücadelesi varmış gibi dünyaya göstermek, Müslümanları fundamentalist ve terörist göstermeye çalışmak, İslam’ın amacına derin bir saygısızlık oluşturuyor. Aslında; Peygamberimizin torunları Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan, Batı’lı emperyalistlerin, Siyonistlerin ve Persiyan devletinin kurduğu giyotin ile yeniden şahadet şerbeti içiyorlardı. Parçaya değer vererek, bütüne ihanet edip, İslamiyet kurban ediliyordu. Türkiye yıllar önce, medeni dünya ile Türk devrimleri vasıtasıyla kurduğu iletişimde, laiklik vurgusunu azaltarak İslam’ın önünde örnek model olma iddiasından vazgeçiyor ve Batıyla iletişimini koparıyordu.
Türkiye’nin İslam’ın önünü açacak Türk devrimlerinden ve laiklik vurgusundan vazgeçmesi, aslında Ortadoğu ve İslam dünyasında rol/model olma iddiasından vazgeçmesi demekti...!
Herkese selam ve saygılar.