Ne güzel insanlar vardı eskiden
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı.
Cinlerden , perilerden .
Büyük anneler, büyük babalar vardı.
O zaman hepsi uzaktı ölümden .
Hem sevdirir , hem korkuturlardı.
Acı hikayeleri bile, tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikayelerden .
Ne güzel insanlar vardı eskiden. ( Eskiden isimli şiirden )
Çocukken , bizi sımsıkı saran ve bir arada tutan heyacanlarımız vardı. Bu heyacanlar , bizi birbirimize bağlayan hayata ait değerlerdi.
Rıfat Ilgaz , çocukluğunu geçirdiği Cide’ye yıllar sonra geri döndüğünde , her zaman elma şekeri aldığı dükkanın önüne gelir. Altmış sene sonra önüne geldiği dükkanın camlarının paslanmış ve kapısının kilitli olduğunu görünce heyacanlanır. ‘’ Sanki kapı açılacak ve elinde elma şekeri çocukluğum dışarı çıkacaktı ‘ der.
Bizim çocukluğumuzda çok sırlar gizliydi. Yaşama aşkı ve heyacanı vardı. Mutluluklar vardı.Akrabalar hemen yanı başımızdaydı. Huzur içinde bir yaşamdı. Büyüklerin her birinin , bize hayata dair anlatacakları ortak bir hikayesi vardı. Hiç kimse yalnız değildi.
Evlerin huzura açılan kapılarının ardında sofa adı verilen mekanları , odaları vardı. Bahçeleri vardı.Ev halkının maa aile bir araya geldiği , akşamları bir mangal başında, mısır patlatarak yaptığı sohbetleri vardı.Bize , yani çocuklara huzur veren Türk’lüğü vardı.
Huzur ailede ve evdeydi. Daha sonra bitişik nizamda yapılmış apartmanlar ve üst üste yığılmış aileler ve insanlar ortaya çıktı. İlk önce , yemek yeme alışkanlığımız bozuldu. Evde yemek yerine kahve ve kafeteryalarda yemek yeme alışkanlıllağı başladı. Huzur artık evde değil , dışarıda idi.Bahçede değil , kafeteryada idi.Saadet başkalarının cebinde ve yalancı kabullerinde idi. Saadet parada , huzur apartmanda idi.parayla gelen huzur ve saadet , tuzlu su gibiydi.Para vardı . Ancak , huzur yoktu.
Rivayete göre , Bizanslı kale komutanın kızı Moni , Kastamonu kalesini fethetmek isteyen Osmanlı komutanlarından Atabey Gazi’ye aşık oldu. Atabey gazi kaleyi kuşatıysada , bir türlü fethi gerçekleştiremedi. Tekfurun kızı Moni , kale kapısının anahtarını Atabey Gazi’ye attı. Ancak , babası tarafından yakalandı. Baba , kızı Moni’ye : ’ Kast’ın ne Moni ‘ diye seslendi. Moni ise , kendini kalenin burçlarından aşağıya bıraktı .
Kalenin taş ve soğuk yapısından Osmanlı Ordusu ile içeri giren Aşk ve huzur , Moni’yi cansız bedeni ile yerde yatarken buldu. Moni’nin kastı bir parça huzurdu.
Aşk , şevk ve huzur insanın çocukluğunda ve çocukça yönlerinde gizliydi. Medeniyet zanne- dilen taşlaşma ile gelen sadece kargaşa ve yalnızlıktı.
Unesco tarafından Dünya Kültür mirası olarak tescil edilmiş ormanların arasında ve Devrekani çayının üzerinde , Kastamonu’nun Azdavay ilçesinde bulunan Aşıklar köprüsününde ilginç bir hikayesi vardı.
Daday’ dan Azdavay ‘a ormandan ve ağaçların içinden geldiğimde , Devrakani çayını izlerken dinlediğim ‘ Aşıklar Köprüsünün ‘ hikayesi oldukça etkileyici idi. Ailelerinin tavrı sebebiyle evlenemeyen iki gencin köprü başına gelmeleri ile var olan anlamsız inad kırılmış . Aşk ,heyacan ve huzur galip gelmişti.
Devrakani çayı , Azdavayda Ormanla buluşmuş, aşkın , huzurun sembolü olmuştu.
İsteriz ki , yanlış şehirleşme ve taşlaşma ile yıkılan çocukluğumuz , orman , deniz ve Türk aile yapısına uygun mimari tarzıyla yeniden geri gelir.
Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlatırlardı.
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümit yaratırlardı .
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
İster istemez saadet taşardı
Gamsız günlerimizden
Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Herkese , sevgi ve selarımla…
*Yazıda geçen eskiden isimli şiir ‘ Sen Bana Bakma , ben Senin Baktığın Yönde Olurum ‘ isimli şiir kitabından alınmıştır.