Bağdat’ta hayat , gelmiyen yağmur gibiydi…
Yağmuru beklerken arkama bakmadan yürüyor , kendisi kanun ustası olan Haşim Muhammed Receb’in : ‘ Neden bana dargınsın ey sevgili …Dolu gözlerin ve içten sözlerinle bana bir çay getir ‘ namesini Irak makamında , terennüm ediyordum.
Irak’ta Batı Edebiyatı formunda ilk defa roman kaleme alan Gaib Tume Ferman El Gazeviyi düşünüyor , adımlarımı Reşid caddesine doğru sıklaştırıyordum.
Gaib Tume Ferman ,1927 yılında Bağdat’ın Fazıl Mahallesinde doğmuş ve Moskova da vefat etmiş bir edebiyatçı idi.
Romanlarında , gerçekçiliği dile getiren bir kişilik ortaya koyması sebebi ile Arap yazar ve edebiyatçılar tarafından büyük takdir görmüş bir şahsiyetti.
Eskiden Irak Savuma Bakanlığı olan eski ve tarihi binanın yanına varmıştım.
Bağdat / Akdunnasara çarşısı yakınlarında bulunan ve Eski Savunma bakanlığının bulunduğu binanın önünden aşşağıya , Reşid caddesine doğru yürüyordum.
Irak eski Savunma bakanlığının bu tarihi ve eski binasınını görünce muhayyilemde , Saddam Hüseyin canlanıverdi...
1958 yılında yaptığı bir darbe ile iktidara gelen Abdulkerim Kasım’a Saddam Hüseyin’in, bu iki katlı metruk binanın önünde silahlı saldırada bulunduğunu hatırladım.
Arkama bakmadan kaldırımda yürüyordum. Muhayyilemi süsleyen şairler , ramancılar , tarihi kahramanlar adeta peşimden geliyordu.
Yolumun devamında , İstanbul / İstiklal Caddesi gibi , bir zamanlar Bağdat’ın en görkemli tarihi caddesi ve mekanı olan Reşid Caddesi vardı…görünce aniden bir heyacana kapıldım…
Şimdilerde Abbasi Halifesi Harun Reşid’e nisbetle anılıan bu cadde , 80 yıl önce Halil Paşa tarafından yaptırılmış ve açılmış bir caddeydi.O zaman bu caddenin ismi Halil Paşa Caddesi idi. Bunu çok iyi biliyordum…
Zira, Bağdat’ta ki bu caddeyi , rahmetli Enver Paşa’nın amcası Kut’ul Amara kahramanı Halil Paşa açtırmıştı .
Fahrettin Paşanın Medine’de tren Garından Kubbe-i Hadra’ya giden yolu açtırması …
Cemal Paşanın Şam’da onlarca cadde de imar çalışması yaptırması gibi…
Yine bu caddenin aynısı olan, Abhazya / Suhum’da bulunan Lenin’in eskiden datçası ( misafirhanesi ) olan binanın ve bu binaya ait botanik bahçesinin önünden geçen Nuri Paşa caddesi gibi.
Bağdat’taki bu caddenin civarında onlarca Osmanlı camii ve eseri vardı. Halil paşa , bu caddeyi her gün, gece yarısı , suyla boydan boya yıkatır ve temizletirdi.
O , bu caddeyi İstanbul’da Türk ve Müslüman muhitin gezmeye çıktığı fatih ile vezneciler arasındaki tenezzüh mekanına benzetmeye çalışıyordu.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın beş şehir adlı kitabında, o zamanlar ismi Asitan olan İstanbul ‘da vaki ve kain, fatih ile vezneciler arasındaki tenezzüh mekanı, ne güzelde resmediliyordu…
Halil paşa bu caddeyi , şu an Türk Büyükelçiliğinin bulunduğu Babu Muazzam’daki yere kadar düz bir hat şeklinde devam ettirmek istiyordu.
Osmanlı / Türk Paşalarının ortak bir özelliğiydi bu … gittikleri her yere medeniyet getirmek ve imar faaliyetlerinde bulunmak ...
Halil Paşa bu caddeye , aynen İstiklal Caddesindeki gibi yolcu taşıyan küçük, birde vasıta koymuştu.
Bu cadde civarında keldani vs. bazı kiliselerde mevcuttu.
Ancak , bu sanat ve edebiyat caddesi gelişmedi. Akim kaldı.
Bizim, edebiyat ve sanat gelişsin diye, yaptırdığımız caddeye kan düşmüştü.
Ancak , oda tarihti…Bir halkın tarihi idi…
Taksiyle gittiğim yolu saymazsam , yürüyüşüm Mütenebbi meydanına kadar devam etti.
Bağdat’ta Azamiye yakınlarında bulunan mütenebbi meydanı dostum ve arkadaşım Sayın Adnan Kahtan’ın hazırlayıp sunduğu kitap ve edebiyat sohbetlerine sahne olmakta , izleyenlerin hoş zamanlar geçirmesini sağlamaktaydı....
Burada bulunan Zehavi ve Ummu Gulsum kahvesi / kafeteryası edebiyat sohbetlerinin yapıldığı , daüssıla bir havanın hala esintisinin duyulduğu muhabbetli yerlerdi.
Burada insanlar , şair mütenebbi’den söz ediyor, ona ait urcuze (beyitler ) okuyorlardı .
Mütenebbi 303 / 354 yılları arasında yaşamış Abbasi dönemi Arap edebiyatının önde gelen temslcilerinden biriydi. 1635 yıllarında yaşamış divan edebiyatının önemli hiciv şairlerinden Nef’i’yi etkilemişti.
Nef’i 17. Y.Yıl Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden olup , hiciv ,Medih, Fahriye türleri ile tanınmıştı.
Mütenebbi ve Nef’i benlik olgusunu şiirlerine aksettirmeleri ve kendilerini beğenmeleri sebebiyle benzer kabul edilmişlerdi.
Gelibolulu Müverrih Ali , zari ( zararlı ) mahlasını taşıyan ve asıl adı Ömer olan Nef’i’ye nafi ( faydalı ) mahlasını vermişti.
Nef’i sert tabiatı , gruru , kendine olan güveni ve kendisini herkesten üstün görmesi sebebiyle mütenebbi ile benzer özellikler göstermekteydi.
Mütenebbi kendisi fakir bir ailenin çocuğu olmasına rağmen , Seyfu’d – devle , Adudu’d- devle , ihşidi gibi hükümdarların yanında bulundu.
Yrd. Doç.Dr. Derya Odalar Şubaşı hocmızın Nef’i ve Mütenebbii karşılaştıran bildirisi bu konuda güzel bir çalışmaydı.
Sözkonusu bildiride ifade edildiği şekliyle , Münebbii bir şiirinde : ‘ Ben şiiri ve edebiyatını körlerin bile gördüğü , kelimelerini sağırların bile duyduğu kişiyim ‘ diye seslenmekteydi.
Gördüğümde , geçmişe gittiğim , cadde / sokaklarında edebiyat ve sanatın kulağımdaki tınısıyla dolaştığım bir şehirdi , Bağdat… Bağdat’a ilk seyahatim 1988 yılında olmuştu. Aradan geçen bunca seneye rağmen hiçbir şey değişmemişti.
Bağdat’a bu son gidişimde, İstanbul geceleri isimli bir eğlence merkezinde , kahvemi yudumlarken , adına bir de makam bulunan Bağdat’lı ünlü müzisyen Haşim Muhammed Receb Bey’i , onun yeğeni arkadaşım Osameyi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı hatırlıyor. Edebiyat , sanat duyarlığımızın artmasını kahvemi yudumlarken bir dua halinde : ‘ Yıkıldı Her mevsim , Bilmecelerim ‘ şeklinde kaleme aldığım bir şiirle Allaha münacatla noktalıyordum.
Suudi Arabistanlı şair Zekiye Utaybi Hanımefendinin gelmiyen Yağmur isimli Hikayesini tahayyül ediyor , edebiyat ve sanatın tılsımına kendimi öylece bırakıyordum…
Herkese selam ve sevgilerimle…