Ülkemizde ulus devlet süreci, çok uzun yıllar önce başlamış bir gerçekliktir. Biz, Birinci Dünya Savaşına girmiş olmakla, bu sürecin içinde olduğumuzu tarihe not düşmüş olduk. Birinci Dünya Savaşı, Adana’nın Toroslarındaki bir canı, Allahu Ekber dağlarında savaştırmakla, Trabzon ve Rize’deki Temel ile Rıza’yı alıp, Kafkasya’daki bir mücadele içine koymakla, vatan kavramını ve birbiri için yaşamak ve ölmek bilincini Türk çocuklarına öğretiyor, coğrafyayı vatan haline getiriyordu.
Ortada, kendi bireysel ve bölgesel menfaatleri için mücadele eden bir grup yoktu. Vatan adı verilen coğrafya için yapılan bir mücadele ve bu mücadelenin içindeki ulusun çocukları vardı. Onlar, bu mücadele esnasında, vatanın sadece, doğdukları köyleri olmadığını öğreniyorlardı. Ne acayip bir gerçekliktir ki, aradan geçen günler ve uzun yıllar sonra, bu muhteşem ulusun çocukları vatan ve ulus denince, kendi köylerini zanneder olmuşlardı. Türk isminden vazgeçme mücadelesi içine girip, Türkiye’li gibi garip bir isimlendirme tekniği ve mantığı içinde geziniyorlardı. Bulundukları coğrafyanın dilinden ve renginden anlamayan garip bir isimlendirmeydi bu.
Herkesin dilinde, Çanakkale Destanı pelesenk olmuştu. Bu destan, Birinci Dünya Savaşının başkomutanı Enver Paşa tarafından, ulus devlet bilinci meydana getirmek amaçlı olarak, Mehmet Emin Yurdakul ve Ömer Hayyam gibi şair ve edebiyatçıların cephe gerisinde toplandığı ve eser vücuda getirmeye gayret ettikleri bir herc-ü-merc olmuştu.
Ne gariptir ki, İngiliz ve Fransız ordusu (donanması da) aynı amaçla Rupert Brooke vs. gibi kendi şair ve edebiyatçılarını harp meydanına getirmişti. Müstevlilerin, vatanları için mücadele eden dedelerimiz karşısında bu tutum, davranış ve duruşları, boğazda askeri olarak verilecek mücadelenin, savaş sonrası kültürel olarak devam edeceği şeklinde yorumlanıyordu. O günlerde Almanya’da istihbarat görevi yürüten ve bu sebeple Çanakkale’de bulunamayan, Mehmet Akif Ersoy bu mücadelenin en büyük notunu Çanakkale Destanı şiiri ile tarihe mesaj olarak düşüvermişti.
Bugün, yönünü şaşırmış bazı insanların bir takım siyasi ve maddi Saiklerle (özel sebeblerle) ve garip siyasi söylemlerle, esen her rüzgarın önünde yelken açması oldukça manidardır. ve bu davranış Çanakkale ruhuyla bağdaşmaz.
İngiliz donanması ile Çanakkale açıklarına gelen şair ve edebiyatçıların söylemlerini dile getirecek kadar şaşkın ve yönünü şaşırmış bir grup insan hakikati içinde bulunuyoruz.
Ulus devlet düşüncesini yorumlarken bir yönü ile eksik bıraktığımız, Osmanlı (Türk) ordusunun Allahu Ekber dağlarında verdiği savunma, büyük bir hezeyan ile nesilden nesile yenilgi diye anlatılmıştır. Tarihte, öyle kaybedilmiş harplar vardır ki; gelecek neslin kazanımları olmuştur. Allahu Ekber dağlarında verilen mücadele bizler için bir kayıp değil, bir kazançtır. Ancak; kazancımız kayıp şeklinde anlatılınca, Türklük bilinci ve ulus devlet süreci Doğu ve Güneydoğuda büyük zarar görmüştür.
Bu kazanç; vatan sevgisi ve ulus devlet bilincidir.
Çanakkale hilalin bir ucu ise, Allahu Ekber dağlarında verilen mücadele, vatanın sınırını çizen hilalin öteki ucudur. Çanakkale’nin ve Allahu Ekber dağlarında verilmiş mücadelenin Başkomutanına ( ve diğer tüm komutanlarına) rahmet ve selam olsun.
Kısacası önderimiz Mustafa Kemal ATATüRK’e rahmet ve selam olsun…
Herkese selam ve saygılarımla…