Göz bakar , akıl görür.
Yunan ahlakı ve Roma Medeniyeti , İslam coğrafyasında çocuklarımızın gözünü kör etmiştir.
Bu sebeble , bugün İslam toplumlarının çarpanı maalesef sıfırdır.
Zannedersem 2005 yıllarıydı. Oğlum ve eşim ile birlikte Tunus’ta / Oscar Wild’ın kitaplarını yazdığı ve Sofıa Loren’in gezdiği Hamamet şehrinde idim.Sahilde, kale civarında dolaşırken antika eşyalar satan bir dükkan gördüm. Sırtımda oğlum ile içeri girdiğimde , karşımda kocaman bir yüzyıllık fotoğraf duruyordu. Ve ben herhalde aradığımı bulmuştum. Fotoğraf, son Osmanlı Tunus Bey’i 6. Muhammed’in fotoğrafıydı. Dükkan ise onun özbe öz torununa aitti. Ve biz Tunus’u 6. Muhammed’in Fransızlarla anlaşması sebebi ile kaybetmiştik.
İstanbulda bir moda dergisinde , bizim lavaş ekmeği , Fransızca bir isim aldıktan sonra , dünyanın parası olmuştu… Modernistler aşağılık kompleksine girmişler , ekmeğin isminide parası gibi abuk sabuk bir şekle sokmuşlardı . Ekmeğin lezzetinden ziyade , ücreti dikkat çekiyordu. Ancak , Bafra ilçemizde çarşıda bulunan Cezayir Sokağı, ne yazık ki kimsenin dikkatini çekmez olmuştu. Çünkü , bazıları bizim Libya’da ( Garb ocaklarında ) ne işimiz var diyordu. Cezayir’in Dayılarının , Tunus’un beylerinin Türkler olduğu unutulmuştu.
Fransızlar , 1830 yılında Cezayir’e 1881 yılında Tunus’a girdikten sonra, Tunuslu ve Cezayirliierle bile evli olsa Türkleri çocuklarından ve eşlerinden zorla ayırarak, Türkiye’ye geri göndermişti. Rahmetli barış Manço’nun büyükannesi de Tunus’tan gönderilen Türklerden olup , gemide doğmuştu. Bu sebeble Bahriye ismini almıştı.
Güney Tunus’ta Gafsa şehrinde sidi Halife , peygamberimizin soyundan geldiği idia edilen tarihi ve dini bir şahsiyetti . Ukba Bin Nafi gibi Kuzey Afrikaya gelen ilk İslam akıcıları arasında yer almıştı.
Geçtiğimiz günlerde Tunusta iki ay kaldım . Televizyonda Nizar Sadi adında bir sunucu , hemen hemen her akşam program yapıyordu. Ancak ; ilginç bir şey oldu , Nizar Sadi’nin konuştuğu dili sordum . Arkadaşlar bilemediler. Çünkü , anlaşılmaz bir şekilde konuşuyordu. Kurduğu on cümleden yedisi yarım yamalak bir Fransızca , üçü Tunus’un yerel Arapçası ve anlatılmak istenen şey ise hep aynıydı .Asyanın ve Afrikanın yerel halklarına ‘ Kur’an’dan uzaklaş ki, rahat yaşa’ mesajı veriliyordu. Zannedersem, bütün İslam coğrafyasında verilen mesaj aynıydı. Daha sonra , bu şahsın Arabça okur yazar olmadığını öğrendim.
Şu günlerde , Prof. Dr. Ali El Verdi’nin Modern Irak Tarihine Sosyolojik Bakış Açısı isimli 6 ciltlik bir kitabını okuyorum . Kitabın 4. Cildinde Ali El Verdi , Arapça’nın zor olan dilbilgisindinden şikayet etmekte ve kendisine Arap Dil Bilimcilerin yönelttikleri eleştirilere karşı cevap vermektedir. Arap Nahvine ‘ Arap halklarıana müptela olmuş bela ‘ şeklinde hakaret eden Al Verdi , bir gün gelecek Arap halkları bu beladan kurtulacaktır.ve ben bu kitabımda , Arap nahvi ile ilgili hataları kasden yapıyorum . Halkın konuştuğu yerel Arapçaya ne olmuş ki ‘ demektedir. Görülen o ki , Kur’andaki ( Kültürel ) Arabça hedefe konulmuştur. Prof. El Verdi , dedesi 1. Dünya savaşında Osmanlı ordusunda İngilzlere karşı savaşmamak için Askerden kaçan bir zattı.
Mısır’da bir zamanlar Kahire Üniversitesinde Profösör iken Fasih ( Kur’an ) Arapçasına ne gerek var diye çıkış yapıp, sonrada Üniversiteden atılan Lutfi , batıcılık ( sömürü ) düşüncesinin gönüllü askeri idi.
Selame Musa ve Finikecilik hareketinin üyeleri yerel Arabçanın savunucuları olmuş ve bunların destekçileri ise hep İngiliz , Fransızlar olmuşlardır. Suriye ve Lübnanda bu iş o kadar ileri götürülmüştir ki , resmi dilin Fransızca olması bile düşünülmüştür.
Bütün bu yazdıklarımız Tunus’ta bir televizyon proğramında izlediğimiz Sufyan isimli bir milyarder gencin ailesinden kalan mal varlığını ona buna borç olarak dağıtmasından sonra düştüğü kötü durum ile, İslam dünyasının ata ve dededen kalma kültür varlığını futursuzca dağıtmasına benzemekte , ve batının peşinde, düştüğü pejmurde durumu bana hatırlatmaktadır.
Bu yüzyılın başlarında batı emperyalizmine Sütçü imam misali karşı çıktığı için Tunus Başkent’ten Kayravan’a sürülen Mühammed Aidül Karni , Fransızların Tunus’u medenileştiriyoruz diye haçla birlikte girdiği Zeytune Camiine gidip, Fransızlara karşı çıkmış ve bu sebeble, Kayravana sürülmüştür.
Tunus’ta blunduğum sırada , iflas etmiş Lubnanı ziyarete gelen Fransız Devlet Başkanı Macron , Lubnan’da yüzyıllık yalanı dile getiriyor. Lübnan Televizyonları , Fransızların Suriye ve Lübnan Manda Yönetimi Başkanı General Gouraud’un o günlerde halka okuduğu Büyük Lübnan hayali ile ilgili nutkunu hatırlatılıyordu.
Bu içi boş sözleri ben Tunus’ta lubnan televizyonlarından izliyor . Azerbaycandan gelecek kutlu haberlere dikkat kesiliyordum.
Bizi yere vuran ve sıfır ile çarpan kulağımızda misafir ettiklerimiz ve duyduklarımızdır. Zihnimizin gerisinde duran algıda yaptığımız hatalardır. ‘Duyduklarımız olmasa , gorduklerımize ınanacaktık.’ anlayışı ile hareket eden İslam tolumlarındaki ‘Batıcı yarı aydın zümre ‘ medeniyeti , ahlakı , felsefeyı ve sanatı Yunan’da ve Roma’da zannetmişlerdir. Bu yönuylede değerlemiz , felsefemiz ve sanatımız hep ‘ sıfıra ‘ çarpılmıştır. Vardığımız sonuç , ‘sıfır ‘ olmuştur.
Roma medeniyetinde bulduğumuz ve bulacağımız şey akıl değil , güçe ulaşmış putperestlik ( menfaatçilik ) ve Yunan ahlak , sanat ve Felsefesinde ise şehvet olmuştur.
Başta söylediğimiz gibi , göz bakar , akıl görür. Bizim gözümüzle bakıp , aklımızla gördüğümüz maalesef budur.
Herkese selam ve saygılarımla.
*Tunus’ta iken vefat eden 2 değerli büyüğüm : Bağdatlı Ahmet Şakirli El Abadi ve Nahit Erkan Ağabeylerime Allah’tan rahmet dilerim.
*Ahmet Şakir El Abadi ağabeyim çok merhametli ve sevgi dolu bir insandı. Hayırseverdi. Bağdat’ın bu yiğit ve Türk kökenli ve Türkiye dostu ağabeyimi burada rahmetle ve özlemle anıyorum.
* Nahit Ağabay ise benim için , Türk edbiyatında ilk felsefi roman olan Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin Aynalı Dede adlı romanındaki bilge kişilikti. ve yaşayan Dede Korkuttu. Her ikisininde mekanları Cennet olsun.