Asalet , bizim kültürümüzde çok önemlidir ve ahlak iledir.O yüzden eskiler ; ‘’ asil azmaz , bal kokmaz derler.’’ Batıda ki soya dayanan asalet kavramını önemseyen Shakespeare , Kral Linear hikayesinde , kralın bir köylü ile konuşmasını , bakın nasıl ifade eder; ‘’ Kral Linear , köylüye ; seni gördüğümde içim içime sığmıyor , içimi bir şeyler gıcıklıyor der.Köylü , Krala; aman efendim , ben kimim ki ; sizin içinizi gıcıklayayım? içinizi gıcıklatan şey neyse , onu size vereyim. Kral ise köylüye ; ‘’onu vermek ne senin elinde, onu almak ne benim elimde ‘’der !.. Köylü heyecanlanır , koca Kralın isteyip alamadığı, benim ise sahip olduğum halde veremediğim şey ; nedir ? diye düşünür ve bunu kelimelere döker.Benim sahip olduğum halde veremediğim , sizin ise alamadığınız şey nedir ? diye sorar. Bunun üzerine; Kral köylüye , sende ki o asalet ( ahlaki değerler) yok mu? der. Batıda ki soya dayanan asalet anlayışının yerine ; bizde var olan ve ahlaki değerlere dayanan asalet anlayışı, insanın içini gıcıklatan , keşke dedirten yüce bir değerdir.
Eskilerin bir sözünde ; ‘’ baba ver yiyeyim , baba öl yiyeyim derler.’’ Hayırlı evlat ile hayırsız evlat arasında ki farkı , eskiler bu sözle ne güzel de ifade etmişlerdir.Rahmetli Enver Paşa , Afganistan’ın Belhicivan Kasabasında , şahadet şerbeti içmeden bir gün önce , hanımı Emine Naciye Sultan’a yazdığı bir mektupla , sevgisini ifade sadedinde ; Şuan karaağacın altında uzanmış yatıyorum , seni düşünüyorum. Gel desen , koşarak gelirim. Ancak; o zaman tarih beni affetmez bilirim.Sen mücevherlere layıksın! Ancak ; şuan cebimizde paramız yok , askere bile dağıtacak parayı bulamıyoruz , onun için geceleri altında yattığım bu karaağacın dalını kırıp, sevgimin bir nişanesi olarak sana gönderiyorum…’’der .
Rahmetli Enver Paşanın torunlarından Osman Mayatepek , dedesi Enver Paşanın , hanımı Emine Naciye Sultana , sevgisinin bir nişanesi olarak gönderdiği bu kırık dal parçasını , yıllarca evinin en güzel yerinde , misafir odasında muhafaza etmiştir.Maddi değeri olmayan , ancak ; çok büyük bir manevi değere sahip olan bu dal parçası , Osman Mayatepek ve onunla birlikte , bir neslin sahip olduğu ahlaki değerlere dayanan ve ruhi asaleti gösteren çok büyük bir manevi mirastır.’’ Baba ver yiyeyim , baba öl yiyeyim .‘’ yada babam öldükten sonra yiyeyim , cümlesiyle kendini ifade eden ve bu felsefe ile yaşayan ruhi kök ve asaletini ( ahlaki değerlerini) kaybetmiş bir neslin , bize Cumhuriyeti armağan etmiş Atatürk neslini anlaması ve onların sahip olduğu değerleri yaşatması çok zordur ve çok zor olmuştur.
2012 yılının Ağustos ayıydı. Eski Yugoslavya’nın dağılmış Cumhuriyetlerini ziyarete gitmiştim.Bosna Hersek yakınlarında gazi ve derviş dedelerimiz tarafından yaptırılmış Alperenler Tekkesini ziyaret ediyordum.Ramazan ayıydı.Tekkenin bulunduğu yer, adeta ; bir tabiat harikasıydı.Dağdan aşağıya dökülen sular , bir şelale oluşturmuş , Tekkenin eski sahiplerine , sanki ; doğal klima görevi yapıyordu.Tekkede bulunan Çilehanenin camının açıldığı cephe , şelale halinde dağdan dökülen suların yere çarptığı noktada , kocaman bir 400 yıllık Hu yazısıyla karşılaşıyordu.Yere çarpan sular Çilehanenin camından, sıcak yaz günü cennetten gelen bir esinti gibi , içeride bulunanları serinletirken, ’’Hu ‘’yazısı da sıkıntı ve elem içinde bunalmış ruhlara bir esinti oluyordu. ‘’Hu ‘’ demek , ‘’ Allah ‘’demekti. 400 – 500 yıl önce buralara at sırtında gelen evladı fatihanın bu topraklarda bıraktığı izleri görmek , vatan hasretini gidermek demekti.
Gördüğümde içimi acıtan , beni çok büyük yalnızlığa iten bir şey vardı ki ; bu tekkenin kapısında zafer işareti yapan ve benimle birlikte buralara turistik seyahate gelmiş ve babası asker olan , ancak; kendisi daha kundakta bir bebekken vatan ve bayrak düşmanı pkk tarafından, babası şehit edilmiş 18 yaşındaki delikanlı , annesi ile lahuti ( ilahi) bir fotoğraf çektiriyordu.
Böyle bir fotoğrafın içerisinde, yine bizim ile birlikte bu topraklara gelmiş ancak ; Türklük şuurundan mahrum bazı dost ve arkadaşlar , ramazan günü ecdadımızın bu hatırasına ve kayalarda yazılı bulunan Hu (Allah) yazısına adeta tükürürcesine , rakı masasını kurmuş içinde bulunduğumuz ramazan ayının maneviyatından habersiz , Türklük şuurundan bigane , tarihe sadece masal gözüyle bakan cahilane tavırlarıyla , ‘’-Hocam buranın meşhur içkisi neydi ? ‘’ diye sorabilecek kadar değerlerinden kopmuş bir yaşam tarzı sergiliyorlardı. Bu gençler karşısında, sadece; utanç hissediyordum .Öyle ki ; bu gençler , bu topraklarda varolan boynu bükük minareleri gördüğünde üzülecekleri yerde’’ – Hocam bizim burada ne işimiz vardı?’’ , diyebilecek kadar özünden kopuk ve zavallı insanlardı.Bu insanlara kızamıyor , sadece ; acıyordum. Cahildiler , neyi bilmediklerini dahi bilmiyorlardı, ama; biz ‘’her şeyi biliyoruz’’ diyorlardı.
Manastırı ziyaretimizde Atatürk’ün okuduğu Manastır Askeri Lisesini ziyaret yerine , çarşıda parfüm almayı önemseyecek kadar vurdumduymaz ve aymazdılar. ‘’-Resneli Niyazi kimdi?’’ Diye soracak kadar tarihten bihaberdiler.
İşte bu söz ettiğimiz insanlar ;’’baba ver yiyeyim , baba öl yiyeyim’’ veya babam ölsün de yiyeyim düşüncesinde , bir nesildiler.Böyle bir neslin ortasında nefes almak, oksijensiz bir odada , kendini zorlamak gibi bir şeydi.O yüzden olsa gerek ki ,Kur’an ; Hz. İbrahim için ; ‘’O , tek başına yürüyen bir Milletti ‘’der.