Onlar , birer Fahrettin Paşa değildi. Ancak ; Peygamberimizin gölgesinde Son Türklerdi.
İstanbul Üniversitesi , Hukuk Fakültesinde öğrenciyken yoğun ders çalışmalarından yorulduğumda, Topkapı’daki merkez Efendi Camiine gider , orada bulunan manevi ve tarihi atmasforden istifade etmeye çalışırdım. Caminin bahçesinde oturup , selvi ağaçlarının altında dinlenmek hoşuma giderdi. Bir arkadaşım, tarihi eserleri medeniyet mezarlığına benzetip , merakla : ‘tarihi mekanlarda ne aradığımı ‘ sorardı.
Ben bu tarihi mekanlarda , yani arkadaşımın tabiri ile,’ tarih olmuş mezarlarda’ , yitik hazine ( insan ve kültür ) arardım.
Öğrenci olarak geldiğim Türk ve İslam medeniyetinin önemli merkezlerinden biri olan İstanbul’da , bu tarihi mekanlarda tanışacağım değerli ve kültürlü bir insan , benim eşya ile yeniden tanışmamı sağlayacaktı.
Ben bu şehre , İstanbul’a Medine’den gelmiştim. Medine –i Münevvere’de öğrenci iken Elmalılı Hamdi Yazırın öğrencisi olduğunu öğrendiğim Erzurumlu Hattat Hacı Mustafa Necati Din Hoca ile tanışmak nasib oldu.
Kendisi zannedersem 1948 yılında Mekke’ye gelmiş burada bir müddet kaldıktan sonra Medine’ye yerleşmiş çok değerli bir kişilikti. Medine’de Osmanlıdan kalma sokak ve cadde düzenlemeleri içinde küçük bir dükkanda güzel koku satar, maişetini böyle temin ederdi.Bu küçük dükkan , Medine’ye gelen bütün Türk’lerin uğrak yeri idi. Hayatını ticaret yaptığı bu küçük dükkanının hemen çapraz karşısında bulunan Beşirağa veya revakul Etrak olarak bilinen eski bir Osmanlı medresisinde Medine İslam Üniversitesinde okuyan Türk öğrencilere hizmet etmekle geçirir. Öğrencilere , Türk / İslamı konusunda bilgiler verirdi.
Dükkanda esans satarken üst üste taktığı gözlükler ile bir yandan kitap okumaya çalışan bu alim ve fazıl zat-ı muhterem, uzaktan saatlerce sessizce izlenerek bile olsa , kendisinden ilim merakı öğrenilecek bir kişiydi.
Türkiye’ye geri döndüğümde İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesinde öğrenciyken bir gazetinin küçük bir manşetinde , vefat haberini okudum. Çok üzülmüştüm. Medine’de onun yönlendirmesi ile kendisi gibi muhacir bir hocadan ek Arapça dersleri almıştım.
Medine’de bir gün dersten çıkmış kendisini ziyaret etmiştim. Sonrasında Mescid-i Nebeviye gittiğimde daha önce kendisiyle Yalova’da tanıştığım aslen Suriyeli olan ve şuan Pakistan’da İslamad’ta bulunan Muhammed Bişarış Şatır ile karşılaştım.Muhammed , Mescid-i Nebevi’de bir ders halkasına oturmuş ,kur’an dinliyordu. Bana oturmamı söyledi. Halkanın başında bulunan Profösöre beni takdim etti:’ Arkadaşım Zekai Gül, Medine İslam Üniversitesinde öğrenci , Türk’ dedi. Şu an ismini hatırlayamadığım , ancak , Melik Abdülaziz Üniversitesi Terbiye Fakültesinde ( Eğitim Fakültesinde) Dekanlık yapan Profösör :’ Biliyormusun Zekai , Mescid- i Nebevi’nin Hanefi Fıkhına göre en son Türk Müezzinin ismide Zekai’ydi ‘dedi. Ben bu küçük bilgi ile o kadar onurlanmış vede gururlanmıştım ki , anlatamam…
Daha sonra öğrendiğime göre, Sayın Dekanın bana anlattığı bu şahıs Ezan aşığı Hafız İsmail Zekai Sarsılmaz idi.
Bu insanlar bizleri Hicaz’da böyle güzel temsil ediyorlardı.
O zaman ki cadde ve sokakları Devlet-i Aliye-i Osmaniye’den kalma Medine şehrinin ( Peygamber köyünün ) nurlu yollarından , adeta Fahreddin Paşa’nın izlerini takip ederek yanına uğradığım ve peygamberimizin gölgesinde bulunan son Türklerden olan Erzurumlu Hattat Mustafa Efendi misali alim zatlardan ve onların ilminden tefeyyüz ediyordum. Bu alim ve fazıl kişiler Hicaz’da , peygamber köyünde bizleri son derece mükemmel temsil ediyorlardı.
Şimdilerde ise kutsal topraklara Umreye gidip , taşlı ve sopalı kavga eden tarikat mensupları milletimiz için utanç kaynağı olmuşlardı.
Bu tarikat mensupları , Peygamber köyünde , trenin raylarına Rasulullah rahatsız olur düşüncesi ile keçe döşeyenlerin torunları olamazdı. Yine bunlar , Medine’ye geldiğinde , önüne gelen araca binmeyi reddedip , ‘Rasulullahın yanına yürüyerek gideceğim’ diyen Şehid-i Ala Enver Paşa’nın ruhundan bir parça taşıyamazdı.
Herşeyden daha önemlisi , bunlar Atatürkün sınıf arkadaşı Fahreddin Paşa’nın manevi varisi asla ve kat’a bulunamazdı.
Çünkü , bu davranışlar Hicaz’da Yüce Türk Milletini kutsal topraklarda rencide etmişdi.
Peygamberimizin ruhu , İslamın özü ve Türk tarih bilinci inciltilmişti.
Evet , hakikaten milliyetperverlik ve Peygamberimizin gölgesinde Son Türkler ve edeb anlayışı bu insanların ayakları altında kalmıştı.
Peygamberimizin gölgesinde Son Türkler mahzundu...
Herkese selam ve sevgilerimle …
Not : Son zamanlarda Kutsal mekanlarda , özellikle de kabe’de slogan atan , alkışlayarak tavaf yapan vatandaşlarımızı gördükçe üzülüyor . Kutsal dinimizin siyasete bulaştırılmasından utanıyoruz.