Bundan tam 15 yıl kadar önce, mesleğimin başlangıcındaydım. Mahkemede savunma yapıyor, irticalen ( sözlü ) ceza kanunun bir maddesini, Sayın Mahkemenin dikkatine sunmaya çalışıyordum. Duruşmadan çıkınca bir arkadaş bana; Türkçe konuş diye, ikazda bulundu. Çok şaşırdım. Bu genç arkadaş, Ceza Kanunu’nun Arapça yazıldığını zannediyordu: Ceza Kanunu’nun bir maddesini, irticalen okudum. Ancak o, hala beni, ‘Türkçe konuş’ diye uyarıyordu. Anladım ki, durum farklıydı ve hukukun dışındaydı. Kendisine; ‘Türkçe, sadece senin konuştuğun bir dil mi?’ diye sordum, ses yok..!
Evet! Türkçe, sadece bizim konuştuğumuz bir dil mi?
Türkçe; sadece bir şehirde veya bir köyde, mahallede konuşulan bir dil miydi acaba?
Yoksa,Adriyatik’ten Viyana’ya kadar insanların coşkuyla konuştuğu, şiirler okuduğu, romanlar yazdığı bir kültür dili miydi ?
Kökleri olmayan sadece yaprakları bulunan ve kurumaya yüz tutmuş bir diyalektik miydi?
Türkçe’yi, 1990’lıyılların başından bu yana konuşulan bir diyalektik sananlar aldanırlar. Türkçe, 5000 yıldır, Çin Seddi’nden, Viyana önlerine, oradan da tüm dünyaya açılan insanların konuştuğu bir dünya dilidir. Belli bir coğrafyaya sıkışmış kalmış, küçük bir halk kitlesinin konuştuğu bir diyalektik değildir.
Azerbaycan’da Oğuz Boylarının konuştuğu Türkçe’yi Azerice diye isimlendiren, Kerkük ve Lazikiyeli bir Türkmen’e; ‘Siz Türkçe’yi nerede öğrendiniz?’ diyecek kadar özünden kopuk insanların, sadece kendi mahallesinde konuştukları sokak ağzını, Türkçe zannetmeleri kadar tabii bir şey olamaz.
( Ayrıca; Azerbaycan Türkçesi’ne Azerice demek, Rus ve İranlıların ortak projesidir.)
Bu insanları biraz dinlersek, ‘Yunus’u, Mevlana’yı, Nasreddin Hoca’yı, bizden değil başka milletten sanırız.
Kerkük, Tuzhurmatu’yu, Lazikiye’yi Arap sayar, vatan adlı coğrafyayı, sadece kendi sokağımızda, tavla oynadığımız, okey taşı dizdiğimiz, kahvehane zannederiz.
Bir dilin aynen bir ağaç gibi kökleri, dalları, gövdesi ve yaprakları vardır. ’Parçaya değer vermek, bütüne ihanet etmek’ demektir. Bir dilin yapraklarını yeşertmeye çalışırken, kökünü kurutmak, dallarını kırmak, o milletten ve o millete ait vatan coğrafyasından il il , köy köy , vazgeçmek demektir.
Bir diyalektiği, dil haline getiren, o dilin semantiği, yani matematik yapısıdır. Fonetiği değil. Bir dilin, bir başka dilden birkaç kelime alması veya o dilin bütün kelimelerini almış olması, o dili, başka bir dil haline getirmez. Önemli ve asıl olan şey, o dilin semantiğinin bozulmamış olmasıdır. Türkçe’nin (Osmanlıca) diye bilinen ve galatı meşhur olan şekli, Türk dilinin dalları mesabesinde bir gerçekliktir. Arap harfleri kullanıldı diye, Osmanlı Türkçesi’ne, ‘Türkçe değil’ demek, Türk diline, TÜRK-ÇE bakmamak demektir. Biz bugün, Türk Dilini Latin harfleri ile yazıyoruz diye, Türk dili Latince mi olmuştur. Yoksa, Türk dil ağacına, başka bir yaprak daha mı eklenmiştir.
İdeolojik bir bakış açısıyla, dil meselesini değerlendirmek, sanırım insanların sadece kendi ideolojilerine hizmet eder, Türk diline değil...
Türk dilini, dünya lisanı olmaktan çıkarıp, bir diyalektik haline koymak isteyenler, Türkçe’nin ( Türk dilinin ) büyüklüğü karşısında, aşağılık kompleksine ve ezikliğine kapılmış insanlardır.
Türkçe (Osmanlıca) sadece, mezar taşlarında yazılı bir dil değildir. (Ayrıca; bu mezar taşlarında bir edebiyat hakimdir) Türkçe (Osmanlı Türkçesi), edebiyat, tarih ve bilim dilidir. Milyonlarca tarihi vesika, arşivlerde, Türk Devleti ve 7 kıtada bazı meselelerin çözümü için bu (Osmanlı) Türkçesi ile yazılmış vesikaların okunmasını beklemektedir. Ama, ne yazık ki, bu bilimsel çalışmaları, sadece; Amerikalı ve batılı bilim adamları yürütmektedir.
Kayıtsızlık eğrisine düşmüş Türk çocukları, kahve ve kafeterya köşelerinde, Türk’e ait, sanat, bilim, müzik, dil gibi değerleri kavga konusu yapmakla meşguller.
Bu işin sonu bu şekliyle, ‘Türkçe diye bir dil yoktur. Çünkü; Türk yoktur‘a kadar gider.
Türk diline bugün bu muameleyi yapanlar, yarın dilimize diyalektik muamelesi yapacak olanlardır. Osmanlı (Türkçesi)’nin dilimiz olduğunu söylemek, şuan ki Türkçemizin Latin harfleriyle yazılmasından vazgeçmek değildir.
Türk Dili, bir diyalektik değil, büyük bir insan topluluğunun, dünyanın her yerinde asırlardır konuştuğu, bilim ürettiği, minel Ezel ilel ebed çizgisinde, evrensel ve edebi bir değerdir. Bu sebeple olsa gerektir ki; devletimizin ismi, dilimizdeki şekli ile DEVLET EBED MÜDDETTİR. O yüzden Atatürk; Benim naçiz bedenim, bir gün toprak olacaktır. Ancak; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ilelebed, payidar kalacaktır” diyerek dilimiz gibi, devletimizin de kıyamete kadar varolacağını söylemektedir.
Herkese , sevgi ve saygılarımla …
- minel Ezel ilel Ebed : Ezelden ebede , sonsuza dek
- Azerice : Azerbaycan Türkçesine ,Azerice demek ,Rus ve İranlıların Ortak projesidir.