Sosyal medyada gezinirken, hepimizin bildiği o külkedisi hikayesinin çok farklı bir bakış açısıyla anlatıldığı bir videoya denk geldim.
Beni çok etkileyen, böyle kıymetli bir farkındalığı hemen yazıya çevirip, herkese duyurma isteği yükseldi kalbimde.
Lafı daha fazla uzatmadan, herkesin kendinden bir parça, ders ya da bakış açısı bulacağı/kazanacağı o yazıyı aktarıyorum…
***
Külkedisi... Küllerden doğan ruhun hikayesi...
Aslında külkedisi bir aşk masalı değil, küller arasında unutulmuş bir ruhun uyanış hikayesi.
Külkedisi, içimizdeki öz benliğin simgesidir.
Kendi ışığını hatırlamayan, bastırılmış, hor görülen ama içinde hâlâ bir parıltı taşıyan ruh.
Üvey annesi ve kız kardeşleri onun bastırılmış yönleridir; Suçluluk, kıyas, değersizlik duyguları...
Kendi içinden yükselen ve onu susturan negatif sesler...
Külkedisi olmak ne demek biliyor musun?
Ruhunun küllerini süpürmek, kendini bile unuttuğun o hâl ama içinde hâlâ bir yerlerde bir şeylerin farklı olabileceğine inandığın o kıvılcım.
Ve sonra mavi peri gelir...
Dışarıdan değil, içeriden doğar.
Bu, iç sesindir.
Ruhunun fısıltısı: "Sen bundan fazlasısın..."
Bal kabağı arabası bir sihir değil, bilinç sıçramasıdır ama geçicidir...
Çünkü her ruhsal yükselişin zamanı sınırlıdır.
Eğer farkındalığını kalıcı hâle getirmezsen, gece 12'de her şey eski hâline döner.
Gece yarısı içsel zamanın geldiğini gösterir; ya dönüşeceksin ya da sonsuza kadar hizmetçi kalacaksın!
Ve o cam ayakkabı... O ayakkabı sıradan bir eşya değil: Ruhunun frekansı...
O sadece sana uyar.
Kimse senin yolunu, başkasının ayakkabılarıyla yürüyemez.
Ve prens... O dışarıdaki biri değil, içindeki tamamlanmamış parçan...
Bütünlüğünü bulduğunda, zaten seni bulur.
Külkedisi'nin hikayesi peri masalı gibi görünür ama o aslında küllerden doğmak isteyen, her ruhun aynasıdır.
Sen kendi iç ışığını hatırladığında, hiçbir üvey ses seni susturamaz!
Çünkü asıl dönüşüm sarayda değil,
temizlemek zorunda kaldığın karanlık odada başlar.