Ülkemizde siyaseti algılama biçimimiz olması gerekenden biraz farklı değil mi? Ya da artık siyaset-siyasetçi söylemini kullanmayıp bir anlamı da çok yüzlülük olan politika ve politikacı demek daha uygun değil mi? Zira tam da günümüz siyaseti-siyasetçisi çok yüzlü değil mi?
Siyasi particileri üçe ayırırsak partiyi yönetenler, parti sayesinde bir yerlere gelenler ve partisini koşulsuz sevenler diyebiliriz. Partiyi yönetenler ve partileri sayesinde bir yerlere gelenlerin durumlarını korumak adına her türlü durumu kabul etmelerini ve çok yüzlülüklerini belki anlayabiliriz.
Ve fakat partisinden kişisel hiçbir menfaati olmayanları anlamakta güçlük çekiyoruz. Neden mi? Partileri pür-i pakmış gibi, her yapılan doğruymuş gibi insanları kırmaktan çekinmeden partilerini savundukları için. Seçim sürecinde yaşananlara parti gözlüğümüzü çıkararak bakabilsek ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Bu yazımızı muhalefetin iki büyük partisi CHP ve İYİ Partiye ayırdık. Daha öncede yazdık, “İktidar yerini nasıl koruyabilir?” diye siyaset bilimci ve sosyologlardan bir ekip kursalar ve bu ekip çok sıkı bir çalışma ile sanırım “Muhalefet, seçim süresince yaptıklarını yaparsa iktidarınızı koruyabilirsiniz. O da çok düşük bir ihtimal.” diye rapor hazırlardı.
Muhalefet öyle işler yaptı ki; sonucu değiştirecek kararsızlar “Bilinen kötüyü!” bilinmeyen ve kaos olma ihtimalini çağrıştıranlara tercih etti. Vatandaş aslında şunu dedi “Mevcut yönetimi değiştirmemiz için yerine geleceğin daha iyi olması ve neyi nasıl yapacağına dair bizleri ikna etmesi gerekir.” Vatandaş yeniye ikna olamadı ve mevcut ile devam etmeyi tercih etti.
Bizim bu iki partili olup kişisel hiçbir beklentisi olmayanlara yani üçüncü gruba bir önerimiz olacak. Bir an parti kimliklerimizi bir kenara bırakalım. Süreci baştan sona tekrar hatırlayalım. Biz daha önce “Herkes yerinden memnun, herkes bu seçimde yerini korur!” diye yazmıştık. Biz seçimler öncesi, Levent Gültekin ise seçimlerden sonra söyledi. Levent Gültekin’in dediklerine kızıyoruz ama meseleye objektif bakabilsek kızmak yerine “Acaba?” diye düşüneceğiz ve belki de birçok şeyi çözeceğiz.
Evet işte burası zurnanın zırt dediği yer. Bu söylediklerimiz bütün partililer için geçerli. Maalesef şuan herkes “Sorma; sorarsan öğrenirsin. Öğrenirsen bütün tabuların yıkılır. Öğrendiklerinden için acır, üzülürsün!” Mantığıyla hareket ettiğimiz için tabiri caizse üç maymunu oynuyoruz. İşine gelene, işine geldiği için inanıyor herkes.
Evet beyler çok acı da olsa maalesef durum bu. Gerçekler acıtırmış. Gerçekler acıtır ama bu acı doğru yolu bulmamıza vesile olabilir. Bir partiye ve onun genel başkanına oy verebiliriz. Ve fakat bu onları kutsamamızı ve ne pahasına olursa olsun her yaptığını savunmamızı gerektirir mi? Ya da her yaptıklarını doğru kabul edebilir miyiz? Partimize oy vereceksek de bazı gerçekleri bilerek oy vermeliyiz.
Onun için meseleleri her yönüyle değerlendirmek gerekir. Sanmıyoruz ki şu an her haliyle partisinden memnun olan kimse olsun ama herkes içi acıyarak da olsa partisinin yöneticilerini savunma gayreti içinde. Herkes eşini, dostunu, arkadaşını, komşusunu ve akrabalarını kırma pahasına partisinin yanlışını savunuyor. Oysa hayatımızı siyasiler için kırdığımız insanlarla yüz yüze bakarak yaşıyoruz.
İnanın siyaset için kimseyi kırmaya değmez. İnanın o bir yerlere gelmiş siyasetçilere değmediğini bir gün anlayacaksınız ve “Bunlar için kendimizi nasıl yıprattık?” diye pişmanlık duyacaksınız.
“Ve fakat ne yapacağız? Memleketin yönetimini rakiplere mi bırakacağız?” diye düşünüyorsanız rahmetli Erbakan Hocam, rahmetli Muhsin Başkan ve rahmetli Baykal’ın başına gelenleri bir düşünün. Bütün bunlara rağmen siyaset yapacaksanız yapın ama ölçülü davranın, keskin ve kırıcı olmayın.
Memleketimizin haline üzülmeyiniz! Biliniz ki ülkemizi bizim için düşünüp planlayan ve bu planı uygulamaya kafa yoranlar var! Yani “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülke.” diyerek “Bizi bizden fazla düşünenler var…!” Son paragraf ironi içerir.