Yazımıza kaldığımız yerden devam edelim...
Şehir merkezlerinde caddeler akıl almayacak kadar geniş yapılmış.
Özellikle Paris’de Napolyon Bonopart’ın talimatı ile yaptırılan yollar dünyayı imrendirecek genişlikte.
Ama Paris’in yeni kurulan kenar mahalleleri ile bizim şehirlerimiz arasında pek fark göremedik. Beş ülke gezdik beşinde de birçok şehir ortaçağdan kalma ve olduğu gibi duruyor.
Bu şehirler nasıl bir hayal kurularak yapılmış merakımızı celbetti.
Hadi Kral’ın, Prens’in, Lord’un, Kont’un, Dük’ün yaşadığı yerler ve kiliseler, katedraller uzun soluklu olsun diye sağlam yapılmış ama sıradan vatandaşın kendisine ev olarak ya da işyeri olarak yaptığı yapılar bile bu günleri görebilmiş.
Birçok şehir ikinci dünya savaşında çok büyük hasar görmüş.
Ama o tarihi yapılar savaş biter bitmez aslına uygun bir şekilde restore edilmiş.
Bu eserler belki de dünya var oldukça mevcudiyetini koruyabilecektir.
Hollanda’nın orta çağdan kalma Delft şehrine gittik müthiş bir güzellik.
Düşünebiliyor musunuz?
1342 yılında kurulmuş bir restoranda balık yedik. Heryer herşey aslına uygun bir şekilde korunmuş.
İstanbul’u merak ettik kuvvetle muhtemel İstanbul’da da böyle yapılar çokmuştur ama bu güne baktığımızda parmakla gösterilecek kadar azalmış. Dün Samsun Alaçam’dan fotoğraflar geldi güzelim tarihi yapılar yıkılmaya terk edilmiş. Belkide ülkemizin birçok yeri böyledir.
Biz, var olanı korumuyorken adamların yaptığı katedrallerin yapımı bile ortalama beşyüz yıl sürmüş .
Biz, bizleri üç-beşyüz yıl ileriye götürebilecek öyle güzel ve farklı bir şehir neden kurmayız? Kuramayız?
Neden bizim yapılarımız bu kadar dayanaksız oluyor? Merak ediyoruz.
Bize rehberlik eden kardeşimizin çocukluğu Hollanda’da geçmiş, o bölge ile ilgili her konuda bizi bilgilendirdi.
Bu ülkeleri yurt edinebilmek için nasıl bir mücadele vermişler, nasıl güç savaşları yaşanmış, güç için nasıl milyonlara kıyılmış hepsini dinledik, hepsi de ibretlik bir durum.
Eğitim sistemini anlattı, ihtiyaca ve yeteneğe göre insan yetiştirme üzerine kurulu bir sistemleri varmış.
Herhalde Türkiye hariç belli seviyenin üzerindeki bütün ülkeler bu sistemi kullanıyor.
“Biz ne zaman kullanırız?” diye sorarsanız öyle faydalı işlerle işimiz ne zaman olur bilemiyoruz!.
İşin özü şu ki; Yüce Yaradan dünyanın her yerine ayrı nimetler bahşetmiş. Çöllere petrol vermiş,
göllere balık vermiş, ovalara bitkiler vermiş. Ama petrolü çıkarmak için, balığı avlamak için ve bitkiyi yetiştirmek için emek vermek gerekiyor.
Yani yaradanın bize bahşettiği yeraltı ve yerüstü nimetlerini hiçbirşey yapmadan, bakarak kullanamayız.
Ovayı ekmemiz gerekiyor.
Suyu, güneşi ve rüzgarı enerjiye dönüştürmemiz için gereğini yapmamız gerekiyor.
Atalarımız ne güzel demiş “ Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur” diye.
Yeraltı kaynaklarımızdan bahsetmedim bile.
Üzülerek söylüyoruz ama ülkemizin nimetleri ve kaynakları, gereğini gerektiği gibi yapan yöneticilerin elinde olsaydı herhalde bu günkü konumumuzdan çok daha iyi durumda olurduk.
Tabii ki bu işler büyük adam! işleri bizi aşar ama yine de üzülüyoruz.
Çocuklarımıza ve gelecek nesillere nasıl bir Türkiye bırakacağız bilemiyoruz.
Rahmetli Mehmet Akif Ersoy demiş ya “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi.” diye.
Rahmetli ta o zaman teşhisi doğru koymuş. Amsterdam’a tren garı yapmak için yirmi bin kazık çakıp balçık alanı kullanmışlar.
Biz ovada bitki yetiştirmeyi beceremiyoruz!
Keşke batının eğlence ve şatafatını medeniyetmiş gibi görmeyip faydalı yönlerini örnek alsaymışız da bu durumda olmasaymışız.
Ama en azından bundan sonrası için bizim kalkınmamıza katkı verecek meselelere daha duyarlı olmaya çalışsak iyi olur.
Ülkeyi ve şehirleri yönetmeye talip olanlar, yöneteceği şehre emsal şehirleri dolaşıp bu insanlar neleri nasıl yapmışlar görmelerinde fayda olur diye düşünüyoruz. Maalesef kendimiz sıfırdan birşey üretemiyoruz.