Bir Sayıştay raporundan okuduklarını aktarıyorum.
Belediyeler tüm işleri şirketler aracılığıyla yapıyor.
Kişilerin kurdukları şirketleri belediyeye bağışlamasında yasal bir engel bulunmuyor.
Ancak belediyelerin yeni şirket kurmalarının Bakanlar Kurulu izni ile yapılabiliyor.
Bu madde ile belediyelerin ticari işletme ve şirket kurmasında ve şirketlere sermaye katılımında bulunulmasında keyfiliğin önüne geçilmesi amaçlanıyor.
Sayıştay raporunda bir başka ayrıntıya daha dikkat çekiliyor:
“Bazı belediyelerin kişi şirketlerini hibe yoluyla devraldıkları ve sermaye artırımında bulundukları tespit edilmiştir”
Buna “Hülle Şirketleşme” deniliyor.
TDK “Hülle”yi şöyle tanımlıyor:
“Eskiden geçerli olan dinsel nikah kurallarına göre kocasının üç kez boşadığı bir kadının, eski kocasıyla bir kez daha evlenebilmesi için, yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikah edilmesi ve bir gün sonra boşanması.”
Günümüzde “Hülle” salt günübirlik nikahla kalmadı.
“Hülle” bir zamanlar futbolcu transferleri ile özdeşleşmişti.
Gazetelerin spor sayfalarının manşetlerinde “hülle” sözü geçiyordu.
Her transferin kıyısında, köşesinde bu ifade yer alıyordu.
“Hülle” kapatılan ya da kapatılma ihtimali olan partiler yüzünden “geçiş partisi” anlamında da kullanılıyordu.
“Hülle partisi” kavramı medyada geniş yer buluyordu.
Konuya tekrar belediyeler açısından dönelim.
Belediyelerin kişi şirketlerini hibe yoluyla devralmaları ve sermaye artırımında bulunmaları uygulaması devam ediyor.
Bir kişi şirket kuruyor.
Kurduğu şirketi belediyeye devrediyor.
Şirketin kurucusu yani “patronu” olan “işveren” kurduğu şirketi belediyeye devrettikten sonra o şirketin işlettiği bir birimde “işçi” olarak işbaşı yaparak maaşa bağlanıyorsa, buna salt “hülle” denmez, “hüllenin hüllesi” denir!
Bir gün önce “patron”, bir gün sonra devrettiği şirketinde “işçi!”
Ooh…Gel keyfim gel!