Bocaladı yetişkin Dilek, ayak uyduramadı kalbinin dengi olmayan bu zamana.
Sonra çocukluk hâline sordu; “Ne yapayım, çocuk Dilek bu durumda ne yapardı?” diye...
Yetişkinliğe ayak uyduramadığım zamanlar oldu, hâlâ oluyor.
Peki o zamanlarda ”Ne yapardı çocuk Dilek?”
İçine çekilirdi, uzaklaşırdı, bu süre zarfında yüzüne yaydığı kocaman tebessümle yapmaktan keyif aldığı işlerle meşgul olurdu.
“Yine yap!” dedim kendime, “Ayağa kalkman lazım!”
Bu söyleyeceğim şey tuhaf gelebilir ama çocuk zamanlarımda babam bir su deposu getirmişti, evin üstüne koydular onu.
Orası da güneş alır, iyice kurudu depo güneşin altında, içinde bugün hâlâ burnuma gelen o hafif yosun kokusu...
Okuldan gelir gelmez defterlerimi, kitaplarımı, gazete yanında verilen bazen çocuk, bazen moda dergisi, bazen ise az sayfalı çocuk kitaplarından birini alır, o su deposunun içine girerdim.
Önce ödevlerimi yapar, sonra o eklerden bir şeyler okur, en son içimde biriken hisleri yazar ve sonra o kağıdı yakardım.
İçimdeki duygulardan geride izler bırakmak istemezdim belli ki, içine kapanık bir çocuktum zaten, her bir duyguyu içimde yaşar dışarıya hiçbir his akıtmak istemezdim.
Kendime ait alanda, ekstra kendime ait bir alan daha yapmaya çalışıyordum hep, içine çekilmenin en derin hâlidir bu…
Şimdi de kendimi o su deposunun içine koyuyorum, çocuk Dilek ne yapıyorsa onu yapmaya çalışıyorum, o zaman öylesine yaptığım o şey şimdilerde benim gücüm oluyor.
Teşekkür ederim çocuk Dilek!
Kaybolan, uyum sağlamakta güçlük çeken, belki de uyum sağlamak istemeyen Dilek’e asıl gücünü gösterdin, sana minnettarım.
İşte böyledir, çocukluğundan yetişkinliğine ne getiriyorsa insan, hayatı boyunca da bir şekilde, bilinçli ya da bilinçsiz aynı şeyin hükmünü sürdürmeye devam ediyor günceldeki hayatında.
Bununla alakalı yaşadığım süresi kısa ama anlamı uzun bir olayı aktarmak istiyorum. Akşamüstü marketteki haftanın ürünleri bölümünde gezinirken, tatlı bir yaşlı teyze ile aynı kıyafete baktık ve konuşmaya ihtiyaç duyar bir hâlde bana döndü ve dedi ki;
“Kaç yaşına geldim şu pantolonları asla giymem. Gençliğimde bir kere giydim, babam çok kızdı, o günden sonra bir daha pantolon giymedim.”
Yaşlı teyze bu sözü 1 dakikanın içinde söyleyip gitti ama ben eve dönene kadar bu konuyu düşündüm.
Bir anlık söylem ya da hareket nasıl bütün hayatı etkiler böyle diye?
O teyze yıllar sonra babasının karşısına geçip; “Ben, sen dedin diye giymedim pantolonu” deseydi, babası belki de hatırlamazdı bile onu niye söylediğini, ne zaman söylediğini, niçin kızdığını?
Peki ya o teyze acaba hiç heves etmiş miydi, kim bilir kaç kere eline alıp bıraktı nice pantolonları, çocukluk zihin blokajına takılarak?
“Çocuklarla konuşma şeklimiz gün gelir onların iç sesi haline gelir.” der
Peggy O’Mara.
Tam da böyle olmuş o teyze için ve hâlâ olmakta bir çoğumuz için.
Ne tuhaftır ki, çocukluktan yaşlılığımıza götürdüğümüz ve götüreceğimiz ne çok kalıp düşünce var doğru ya da yanlış.
Sorgulamadıkça, bilinç uyanmadıkça o kodlarla yaşayıp ölüp gideceğiz, ne tuhaf...
Hatırlarsınız bir dönemin çok popüleri olan Çocuklar Duymasın dizisinde hepimizin diline esprili bir şekilde dolanan bir söz vardı. Dizideki Meltem karakteri eşi Haluk’tan bahsediyordu psikoloğuna ve o psikolog da her seferinde aynı şeyi söylüyordu; “Eşinizin çocukluğuna inmemiz lazım.”
Biz bunu hep şakayla karışık kullandık gündelik hayatlarımızda ama aslında nokta atışı bir tespitti bu.
Her olayın kökü oraya dayanıyor çünkü, bugünün faydalı bireyleri de, çocukken sevilmediği için öfkesine ve sevgisizliğine yenilip savaş çıkaran nice ülke yöneticileri de…
Biz nasıl şimdi hayatlarımızda bir şekilde mazinin yarası ya da yara bandının hükmünü sürdürüyorsak, bugün yanımızda olan küçük çocuklarımız da aynı yolda aslında.
Lütfen bu durumu en anlayışlı, en bilgili ama en çok da sevgi dolu şekilde yönetelim.
Biliyoruz ki; sadece büyük bir lider, geleceği küçük kalplere emanet eder. Bu yüzden en çok teşekkürü Ulu Önder’imiz Mustafa Kemal Atatürk’e ederken, bütün çocuklarımızın da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.
Ve bizler, yani yetişkin görünümlü çocuklar…
Bu yazı aslında en çok da bizeydi.
Lütfen içinizde bir yerlerde var olan, bir çok konuda size sesini duyurmaya çalışan o çocuğu sessize almayın. Lütfen onu iyileştirmeye çalışın, onu duyun, onu koruyun ve en önemlisi sevginizi mahrum etmeyin, sevgiler…