“1881’de ne oldu?” diye sorulsa hemen hemen herkesin vereceği cevap “Atatürk doğdu” olurdu ama aslında o yıl başka bir önemli gelişme daha oldu. O gelişme Düyûn-ı Umûmiye’nin kurulması.
Uzun uzun konuya girmeyelim 1853 yılında İngiliz ve Fransızların desteği ve isteğiyle Rusya ile girdiğimiz Kırım Savaşı Osmanlı için sonunun başlangıcı olmuştur. Daha öncekilere girmeyeyim ama Kırım Savaşı nedeniyle alınan dış borçlar savaş maliyetlerini bile karşılamamıştır.
Hazinesi tam takır olan Osmanlı 21 yıl sonra yani 6 Ekim 1875 de bir bakıma iflasını istemiş ve iç ve dış borçların 5 yıl süreyle yarısını ödeyebileceğini, bununda yarısını nakit kalan yarısını da yüzde 5 faizli hisse senediyle ödeyeceğini duyurmuş ve taahhüt etmiştir.
2. Abdulhamid Han böyle bir dönemde 31 Ağustos 1876’da taht koltuğuna oturmuştur ama o koltuk hiçte rahat değildir çünkü gelirlerin yüzde 80’i bile vadesi gelen dış borçları ödemeye yetmiyordur.
1878’de Kıbrıs Adası bir miktar para karşılığı İngiltere’ye kiralanmak zorunda kalınmıştır. (Bu anlaşmanın Kıbrıs’ın İngilizler tarafından korunması için yapıldığını ve adada İngilizler varken dahi Osmanlı mülkü olarak gözüktüğünü söylemek gerekir.)
2. Abdulhamid Han, 20 aralık1881’de borçları yeniden yapılandırarak alacaklı olan 7 üye ülkeden oluşan Düyûn-ı Umûmiye ( Genel Borçlar İdaresi) kurdu.
Düyûn-ı Umûmiye temsilcileri İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Hollandalı, Avusturyalı ve Osmanlı temsilcilerle ile birlikte Galata Bankerleri temsilcilerinden oluşuyordu.
Osmanlının başta tütün ve tuz gelirleri olmak üzere bütün önemli gelirlerini bu kuruluş toplayacaktı. Borçlar ödendikten sonra kalan para Osmanlı idaresine verilecekti. Tabii ki kalan para ile koskoca cihan imparatorluğunun idare edilebilme imkanı olmadığı için toprak kayıpları artarak devam etti.
Tarihçi Murat Bardakçı 2.Abdulhamid Han’ın 33 yıllık iktidarı döneminde Tunus, Mısır, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ ve Romanya olmak üzere 1 milyon 592 bin 806 kilometre kare toprak kaybettiğini söylüyor. Bu herkesin bildiği bir durumun özetidir.
Bu yazıyı yazmaktaki maksadım ise “ 1881 yılında Osmanlı toprakları ne kadardı?” diye Google’a sorduğumda bir kez daha gördüm ki bugün mücadele verdiğimiz Akdeniz o zamanlar yani 139 yıl önce neredeyse iç denizimiz pozisyonundaymış.
1800’lü yılların başında İngilizlerin Osmanlı coğrafyasına gönderdiği ajanlar sayesinde Osmanlının yıkılışı ve bu günkü haritaların ortaya çıkışı boşuna değil hepsi bir planın sonucudur. Hem de çok uzun soluklu bir planın sonucudur ve yeni keşfedilen fosil yakıtlarının kullanımı Osmanlının elinden alınmıştır.
Nihayet ülkemiz Akdeniz’deki haklarımızı koruma adına mücadele vermeye başlamıştır. Bunlar, Libya ile yapılan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve Libya’da asker bulundurma anlaşmaları ile bütün dünyaya deklare edilmiştir. Bu anlaşmalar bütün dünyada “Osmanlı küllerinden doğuyor” diye endişe yarattı.
Kimileri Osmanlıyı kabul etmiyor olsa da Osmanlı bizim günahıyla sevabıyla geçmişimiz ve tarihimizdir. Bütün fetihleriyle gurur duyarız ve bütün yanlışları ve kaybettiklerine de üzülürüz ama asla Osmanlının bakiyesi olduğumuzu inkar etmeyiz.
Ve Akdeniz’de olan haklarımızı savunanları da desteklemeyi boynumuza borç biliriz. Kimin ne hesabı var bilemeyiz ama Akdeniz artık ne pahasına olursa olsun ülkemizin korumak zorunda olduğu bir değeridir ve belki de kurtuluşumuz Akdeniz havzasındaki kaynaklardadır.