Dün ülkemizde “19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlandı ve geçen hafta çeşitli etkinliklerle tamamlandı. Cumhuriyete giden yolda bir meşale şehir hüviyetinde olan Samsun’umuz bir kez daha bayramın haklı gururunu yaşadı. Ancak gençlik haftası bize gençlerle ilgili çeşitli meseleleri bir kez daha hatırlattı. Onları seviyoruz ve düşünüyoruz. Onlar bizim geleceğimiz.
Önümüzdeki çeyrek yüzyılda ülkemizin en önemli sorunlarından biri “gençlik sorunu” olacaktır. Bir taraftan iyi eğitim görmüş, ilkeli, sorumluluk bilinci taşıyan, milli ve manevi değerlerle donanmış idealist bir gençlik yetişirken; diğer taraftan da sanal dünyanın esiri olmuş, uyuşturucu müptelası, işsiz ve iş eğitimsiz, başıboş, rahatına düşkün, istekleri bitmeyen, tatminsiz, maneviyattan uzak, yabancı kültürlerin tesirinde kalmış, kimlik ve kişilik sorunu yaşayan; dini, ahlaki ve kültürel değerlerden uzak bir gençlik yetişiyor. Bu sorunlu gençler kimi zaman sokakta, okulda, evde, hastanede, stadyumda terör estiriyor ve eğitimli insanlarımızı tehdit ediyor.
Gençler günümüzde internet, bilgisayar, cep telefonu gibi hızına ulaşılamayan iletişim araçları sayesinde bir kültürel şokla karşı karşıyadırlar. Gençleri toplumun değerleriyle ters düştüklerinde suçlamak ve dışlamak kolaycılıktır. Gençlerimizi milli kültür politikalarıyla belirlenmiş ilkeler doğrultusunda kendi kültürüyle barışık olarak hayata hazırlamalıyız. Eğitim, kültürün öğrenilmesini ve aktarılmasını sağlar. Eğitim programları kültürün çocuklara ve gençlere transferini kolaylaştırıcı mahiyette olmalıdır.
Yapılan araştırmalarda 1920 yılına kadar Türk Edebiyatı alanında 12.500 şâirimizin olduğu tespit edilmiştir. Bu kadar güçlü bir edebiyat mirasına sahip olduğumuz halde gençliğimizin kullandığı dil çok ürkütücüdür. Gençlik bir nevi sokak ağzı ile (argo) konuşur olmuş (Hadi lan, ciddi misin? Yok be abi. Kafayı yemiş kanki. Adamın dibisin vs.).
“Müziğe bakalım bir de. Varoşlara ve alt kültürlere mal edilen müzik türlerinden arabesk, fantezi ve pop müzik lise ve üniversite öğrencilerinin birinci tercihleri olmuş. Dede Efendi, Itri, Tamburi Cemil Bey, Sadettin Kaynak, Âşık Veysel ise hak getire. Türkü, klasik müzik, tasavvuf müziği dinlemeyen gencimizin de dinleyeceği şarkının sözleri elbette şöyle oluyor:
Abone oldum ekranlara
Reytink meytink numara
Bağlandık reklamlara
Flaş haber az sonra
Aganigi naganigi, dabulu dabulu
Wadidiz dize diz
Bir kilo domatiz
Oysa Konfüçyüs’ün şu sözü ne kadar da manidardır: Bir ülkenin ne durumda olduğunu bilmek istiyorsanız onun müziğine bakın.” (Prof. Dr. Gülçin Yahya Kaçar’a telmih)
Eğer bizler kimliğimizi ve benliğimizi sağlam kuşaklar üzerinden gelecek nesillere aktarmak ve dünya ile her konuda rekabet içerisinde var olma idealimizi gerçekleştirmek istiyorsak; önceliğimiz bu rekabeti bir vecd ve iman ile sürdürebilecek sağlam karakterli vatan evlatları yetiştirmek olmalıdır. Bu vatan evlatları ancak kültürel miraslarına sahip çıkarak hayatta kendileri olarak kalabileceklerini de bilmelidirler.
Milletlerarasında yer alabilmek için önce milli olmamız ve milli değerlerimizi evrensel boyuta taşımamız gerekmektedir. Hukukta, sanatta, felsefede ve edebiyatta kendimize ait değerlerle ancak özgün ve milli olabiliriz ve çağımızın Mevlanalarını, Ahi Evranlarını, Yunus Emrelerini ve Hacı Bektaş-ı Velilerini yetiştirebiliriz.
Sonuç olarak, gençlerin eğitiminde elbette önce ahlak ve maneviyata önem verilmelidir diyoruz. Bu bağlamda gençleri milli ve manevi değerlerle barışık olarak ve bu değerlerden beslenerek hayata hazırlamak ailelerin ve eğitimcilerin omuzlarına yüklenmiş bir sorumluluktur. Gençlere milli kültür donanımı olmadan evrensel kültürde yer alınamayacağı ve söz sahibi olunamayacağı bilinci mutlak surette kazandırılmalıdır. Kısaca sözlerimi Yahya Kemâl’in; “Ne harâbîyim ne harabatiyim; kökü mazide olan âtiyim” sözüyle tamamlamak isterim.