Bir yaz akşamıydı, her zaman olduğu gibi o akşam da sahile yürüyüş yapmaya inmiştim.
Çoluk çocuk herkes dışarıda, kimi deniz kenarında semaver yakmış, kimi kıyılarda bulunan kafelerde oturmuş arkadaşlarıyla sohbet ediyor, kimileri ise benim gibi yürüyor, dolaşıyordu…
Sahil boyu yer yer kalabalıklaşıyor, bazen ise tenhalaşıyordu.
Yollar ışıklıydı ama artan - azalan ışıklar vardı, yani kimi yerler oldukça aydınlık iken, bazı kısımlarda ışıklar yetersiz ya da hiç yanmıyordu.
Böyle hiç yanmayan bir noktaya denk geldim yürürken, telefonumun ışığını açtım, o devasa karanlıkta ışığım çok azdı ama yine de önümü görmeme yardım ediyordu.
Sonra bir anda yollar aydınlandı, inanılmaz bir parlaklıkla değil önümü çevredeki binaları dahi görebileceğim bir ışık vurdu önüme.
Karşıdan son model bir araba geldi, benim elimdeki cılız telefon ışığını ezip geçen bir heybetle…
Tabi ki daha sonra geçti gitti.
Ben yine kaldım kendi az ama bana yeten ışığımla…
Yürümeye devam ederken bir an dedim ki; “Hayat da böyle galiba, karanlıkta olduğunu hissettiğin zaman bir başkasının ışığına güvenerek durup beklemek ya da bir başkasının parıltısına güvenerek yola devam edeceğini sanmak kolay gelse de ne büyük bir yanılgıdır. İnsan en sonunda elinde olan neyse onunla kalıyor. O hâlde hiç kimsenin kendi hayatındaki ışığına güvenerek hareket etmemeliyiz, cılız da olsa kendi ışığımıza güvenmeliyiz. Bir gün ne kadar parıldayacağını ise vereceğimiz emek ve bakış açımızla biz belirleyebiliriz…”
Bir başkasının da bu kadar parlamasından rahatsızlık duymamalı, hasetlik etmemeli insan.
Çünkü “Herkesin yolu başka, yokuşları başka…”
Ve ışığa dair söylenmiş çok güzel bir sözü de buraya eklemek isterim…
“Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından rahatsızlık duymaz.” - Victor Hugo
Işığınızın ve farkındalığınızın her daim yüksek olmasını dilerim. Sevgiler…