Doğumdan sonra olduğu gibi; ölümden sonra da hayat var.
Meredith: Ölümsüz olarak bildiğim tek şey, düşüncedir.
Sokrates : Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık! Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacak. Öyle ise, yüz yıl daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüz yıl önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir.
Ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. Bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik; bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik. Artık ayrılık zamanı gelmiştir.Ben ölüme gidiyorum,siz hayata…Bu yollardan hangisi daha iyi,bunu ancak Tanrı bilir..
Mevlana: Ölüm, yaratılmışın Yaradan’a kavuşması; Şeb-i Arus’tur.
Hayat çeşitleri; anne karnı, dünya, kabir ve ebedi; ahret hayatıdır. Bu dünyada yapılanların tamamı, ölümden sonraki ebedi hayat içindir. Ebedi hayatın yanında çok kısa olan dünyevi hayatı, araç değil de amaç olarak görmek her iki hayatı da mutsuz kılar. Şanı Yüce Allah’a sadakat, bağlılık ve kulluk tam bir özgürlüktür. Allah’tan başkasına bağlanma ise, kula kulluk tam bir köleliktir.
Her kanal kendine göre bir din programı koymuş, dindarlaşıyoruz görüntüsü veriliyor… ancak genele baktığımızda durum öyle değil. Bir toplumun İSLAM’a yaklaşıp, yaklaşmadığı aklını kullanıp, kullanmadığıyla ölçülür. Çünkü İslam aklı baz alır.
Anne karnındaki ikizler etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, anneleriyle onları birbirine bağlayan kordonu fark etmişler. Bu kordon sayesinde hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini anlamışlar. ‘Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyi gönderiyor.’
Aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle “yolun sonuna yaklaşıyorlarmış. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya, dokuzuncu aya yaklaştıklarında, belirtileri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar.
Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş: “Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir?” Öteki daha sakinmiş, üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; sezgileriyle daha geniş bir alemi arzuluyormuş. Cevap vermiş: “Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor” ve eklemiş: “Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz artık.”
“Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırmış kardeşi.
“Hep burada kalmak istiyorum.” Öteki, “Elimizden gelen bir şey yok, hem, belki doğumdan sonra bambaşka bir hayat vardır.” “Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?” diye cevaplamış diğeri. “Buradan ayrılmak zorunda kalırsak nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbiri geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söyleyebilsin. Hayır
, bu her şeyin sonu olacak.” Ve karamsarlıkla eklemiş:
“Hem belki de anne diye bir şey yok!”
“Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi. “Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?”
“Sen hiç anneni gördün mü” diye üstelemiş öteki; “O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.” Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş.
Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.
Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.