TBMM Başkanı İsmail Kahraman ‘Laiklik anayasadan çıkarılmalıdır’ dediği halde, tepkiler üzerine ‘Laiklik yeniden tanımlanmalıdır’ şeklinde ifade değiştirdi. Sadece laiklik değil birçok terim Türkiye’de kullanana göre değişiyor. Herkes her terime istediği anlamı yüklüyor. Toplumu ilgilendiren ve tartışılan terimlerin tanımlanması; neyi kapsadığı veya kapsamadığı belirlenmesi gerekir.
Laiklik ne öğrenilebildi ne de öğretilebildi, dinsizlerin ve din istismarcılarının aracı oldu.
Atatürk, "Milletimiz din ve dil gibi iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından söküp atamamıştır ve atamaz, din okulda devletin eliyle öğretilecektir.
Arkadaşlar, dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur.
Her fert din ve diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası mekteptir. Her konuda olduğu gibi dinimiz de uzmanlar (din alimleri) tarafından öğretilecektir.
Laiklik demek, Türk gencinin, Türk vatandaşının din bilgisinden mahrum bırakılarak, kandırılmak, aldatılmak üzere din sömürücüsü kişilerin ellerine terk edilmesi; onu mezhep çatışması kışkırtıcılarının eline oyuncak edilmesi, Mezhep kavgası tahrikçilerini keşfedememesi, anlayamaması ve onların tahrikleri ile harekete geçecek kadar cehalet içinde bırakılması demek değildir.
İslam dininin doğru öğrenilip, doğru öğretilmesine Hıristiyan misyonerler ve ateistlerin yanında İslam savunucusu gibi görünen, İslam'ı siyasete ve ticarete alet edenler de karşı çıkmaktadır.
İslam'ın emir ve yasakları herkes tarafından doğru bilinip uygulansın diye; Kuran, Atatürk tarafından Türkçeye tercüme ettirilmiştir.
Bu nedenle İlahiyat Fakültesi, İslami İlimler Enstitüsü ve Diyanet İşleri Başkanlığı Atatürk tarafından ilk kurulan kurumlardandır.” diyor.
Birçok yerde para dine hükmederken, Türkiye'de din paraya ve siyasete hükmetmektedir. Bunun için gerçekte İslam'dan uzaklaşmak, Türkiye'de dindarlaşmak olarak görülmektedir. Sözde dindarlık, gerçekte ise din düşmanlığı yaygınlaşmaktadır.
İslam'a göre ‘Fuhuş yapmak ve Kul hakkı yemek’ toplumu imha edecek büyük günahlardanken, zinayı suç sayan yasa dindarlaşma adına iptal edildi, fuhuş yaşı 11’e kadar indi, devlet malı yiyenin cenaze namazı kılınmazken,"Devlet malı deniz, yiyen domuz" sözü yemeyen domuza çevrilerek devlet ihalelerine aç domuzun tarlaya saldırdığı gibi saldırıldı.
Nasıl ki sözde Atatürkçüler, Atatürk'ün sözlerine değil, gözlerine bakarak, heykelini dikerek, rozetini takarak, Atatürkçülük yaptılarsa, Atatürkçülüğün özünü kavrayamayıp, Atatürkçülükten ve Atatürkçülerden geçinerek Atatürkçülüğe en büyük zararı verdilerse ve Atatürkçülüğün doğru öğrenilmesine karşı çıktılarsa, sözde Müslümanlar da aynen onlar gibi davranarak İslam'ın özünü saklayarak ticaretini yaptılar. Heykel ve Rozet Atatürkçüleri gibi, görsel "İslamcılar" İslam'ın ve imanın şartlarını yalnız namaza ve türbana indirgediler. Diğer tüm emir ve yasakları unutturdular rafa kaldırdılar. Gerçek İslam’ın emir ve yasaklarının öğrenilmesini engellediler.
Laiklik karşıtları külliyen yalan olduğu halde, ‘Cumhuriyet ve Laiklikle bütün medeniyet iddiaları terk edildi, Müslüman kimliği yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirildi. Batılıların Türkiye'yi fiilen işgal etmelerine gerek kalmadı: Batılıların işgal ettiklerinde yapacaklarını içimizdeki yerli sömürgeciler içeriden hukuk ve eğitim sistemi aracılığıyla yaptılar.’ diyor.
Atatürk’ü sevmek bir yasal zorunluluk değil; vicdanı bir sorumluluktur. Bugün sahte Atatürkçülük prim yapmadığı için, Atatürk’ü anlama ve anlatmanın zamanıdır. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Türk milleti batının gözündeki ‘hasta adamlıktan’ çıkmış, bağımsızlığını ilan etmiş ve tüm dünyaya kabul ettirmiştir.
Atatürk dilde de dinde de bir değişiklik yapmamış; dilin de dinin de doğru anlaşılmasını sağlamıştır. Osmanlı Arapça biliyordu da Atatürk mü unutturmuş? Halkın okuma yazma bilen yüzde beşi (%5’i) de Arap harfleriyle Türkçe okuyup yazıyordu. Bu Arapça veya Osmanlıca bilmek demek değildir. Arap, Latin, Kiril, Çin, Japon alfabesini öğrenmek en fazla bir haftalık bir iştir. Fakat bir dilin alfabesini bilmek, o dili bilmek değildir. Osmanlı’nın bildiği Arapça değil; Arap alfabesiydi.
Eski Türk alfabesi de olduğu iddia edilen Latin alfabesine geçiş, milletin hızla okuma yazmayı öğrenmesini sağlamıştır. Bilgilerinin silindiğini iddia etmek az önce açıkladığım gibi doğru değildir.
Atatürk, zamanın önemli İslam alimlerinden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a Kuran’ı Kerim’i tercüme ettirmiş, Kuran’ın aracısız (mürşidi kamilsiz) anlaşılmasını, herkesin bizzat kendisinin Şanı Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenmesini, yasaklarından kaçınılmasını emirlerinin anlaşılarak yerine getirilmesini sağlamış, Kuran’ın da İslam’ın da istismarını engellemeye çalışmıştır.
Emirlerine itaat edilmesi gereken Ulü’l Emr’in İslam dışı istek ve arzularını İslam’ın emriymiş gibi göstermeleri engellenmiş. Yeni reformlarla kula değil; Allah (cc)’a kulluk edileceği, Kuran’ı Kerim’in tercümesiyle, Şanı Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan isteklerin Ulü’l Emr olmayacağı ve uyulmaması gerektiği kısmen de olsa anlaşılmıştır.
Müslümanlardan ve Müslümanlıktan geçinen din tüccarlarının ipliği pazara çıkarıldığı için, onlar Atatürk düşmanlığını bitmek, tükenmek bilmeyen kan davası gibi sürdürmüşlerdir. Hatta ikinci meclis için, Türkiye’de doğmayan ve aynı ilde 5 yıl ikamet etmeyenlerin milletvekili olamayacağına dair yasa önerisi hazırlayarak Atatürk’ün milletvekili olmasını engellemeye çalışmışlardır. Atatürk, ‘Ben bir ilde 5 yıl ikamete zorlansaydım, bugün bu öneriyi veren vekillerin ikamet ettiği şehirler Türkiye’nin dışında kalabilirdi’ mealinde bir konuşmayla önergenin reddini sağlamıştır.