BDP'li vekillerin, Barış adını verdiklerini 'Karadeniz Yürüyüşü'nün yapıldığında şehir dışındaydım..
Üç günlük seyahatimde '18 Şubat günü' Sinop'ta yaşananları görünce, arkadaşlarla bürodaki irtibatlaşıp, 'Samsun karışır' dikkatli olalım dedim..
Öyle de oldu..
Çünkü bir kaç gün öncesinden BDP'lierin yaptığı açıklamalarda 'Devlet yapmazsa, provokasyon olmaz' gibi açıklamalar vardı..
Devlet ile milleti 'ayrıştırma sözleriydi' bunlar..
Ve ortalık geriliyordu..
Sinop'taki olaylar, Samsun'un habercisi gibiydi..
Çünkü ortada 'bir barış yoktu fiilen ama' ama gezinin adı nedense Barış Yürüyüşüydü..
Çokta anlamlı değildi..
Şehit törenlerinde gözyaşı dökenler, cenazelerde 'acılarını yüreklerine' gömenler, "Kahrolsun PKK' diye slogan atanlar, BDP'lilere tepki gösterenler ve halen kalbinde korkuyla yatağına girip, kınalı yavrusundan haber alamadan' uykuya dalamayanları, unuttular sanırım..
Eli kanlı PKK silah mı bırakmıştı da adı 'barış olan bir yürüyüş' yapıyordu; BDP'liler anlamakta zorlanılacak bir durum..
Bir süreç vardı ama 'daha henüz o BDP'liler İmralı'ya gidecek ekibin ismini bile resmiyete dökememişlerdi'..
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında 'barış sağlanmış mıydı da' sokaktaki vatandaştan bu kadar emindiler..
Yani durum aslında 'bir sürecin, süreci konumundaydı..
Zamansız bir hareketti..
Henüz anlamlaştırılamamıştı..
Sanki biraz da 'zoraki siz de kabulleneceksiniz' demek gibiydi..
En hassas bölge yani Karadeniz'in bu yürüyüş için seçilmesi de 'aslına bakarsanız provokasyon gibi'ydi..
Samsun'un elbette böyle 'olumsuz olaylarla' anılması kadar üzücü bir durum olamaz ama 'toplumun hassasiyetini göz ardı etmek' de bu sonucu hazırlamak değil mi bir bakıma..
BDP'nin örgütlenemediği, parti olarak temsil edilemediği Karadeniz'de böylesine bir yürüyüş için acele etmesi, 'süreci bile bile baltalamak gibi de ele alınabilir'..
Sinop'tan zırhlı araçlarla Samsun'a gelen BDP'lilerin, Samsun'daki olaylar sonrasında yürüyüşlerini iptal etmesi 'Bu yürüyüş çerçevesinde yaptıkları en doğru harekettir bana göre'..
Toplumu germeye hakları yok..
Bu toplum, kendisine kucak açmış herkese 'ellerini açmasını bilmiştir'..
Ama önce size inanmalı..
Süreci izlemeli.. Sadece sizlerin değil, dağdakilerin de adımlarını 'hızlı bir şekilde' görmeli. Silahları bıraktığına inancı tam olmalı..
Bu 'yaklaşımın' sonuçlarını izlemeli, hissetmeli..
Gerçek amacın ne olduğunu 'alıştıra alıştıra değil', net olarak görmeli..
Kınalı kuzularının 'huzur içinde vatani görevlerini' yaptığına şahit olmalı...
Sonra 'şehitlerinden helallik ister', acısını yüreğine gömer, akan kardeş kanı dursun artık der, 'bayrağını öper, sarılır' ve gerektiğinde sizi çiçekler de karşılamasını bilir..
Şehidine koşar 'müjdesini de verir'..
Bizim acımız 'herkesin barışı olsun da' der..
Sen rahat uyu şehidim, artık hiçbir anne terör yüzünden evlat acısı tatmayacak, diye 'için için de ağlar', başka evlatlar için sevinir..
Ama şimdi değil..
Henüz değil...
Bugün değil..
Ne zaman?.. Silahların hiç çıkmayacak şekilde gömüldüğü, silahların sustuğu o gün..
'Şehitlerimizden ve yakınlarından' helallik aldığımız, kabirleri gözyaşıyla sulamadığımız gün..