Son zamanlarda sosyal medyada gözüme sıkça takılan bir etkileşim sorusu var. “Sizce ideal evlilik yaşı kaç olmalı?” diye bir soru.
Buna kendi içimde ‘evliliğin belli başlı bir yaşı olmaz ki, insan o olgunluğa eriştiğinde, kendini hazır hissettiğinde girer bu yola’ dedim.
Tabi eski zaman insanlarına göre - 20’li yaşların başında çoktan evlilik yoluna girilmiş olmalı - düşüncesi hakim olsa da, hem artık onların zamanında değiliz hem de bence (yani benim hayatıma göre bunu yorumlamam gerekirse) 20’li yaşlar ergenliğin ikinci evresidir. Aslında çok kritik bir zaman aralığı, hem hayatının temellerinin artık atılmış olması gerektiği stresi, hem de bocalamanın en çok yaşandığı yaşlar… Ben kendi kendime hep şunu söyledim “İyi ki birilerinin lafına bakıp bu yaşlarda evlenmemişim, yoksa şimdi çoktan boşanmış olurdum.”
Bunu söylememdeki sebep düşüncemin, bakış açımın, ruhani olgunluğumun, sorumluluk bilincimin henüz tam olarak yerine oturmamış olmasıydı. En önemlisi ise henüz kendimi bile tanımıyordum. Bizim toplumca yaptığımız en büyük yanlış bu aslında. Kişi daha kendini tanımadan hayatına aldığı kişinin “en”lerini öğrenme çabasına giriyor.
Daha kendisi neyi sevip, neyi sevmediğini bilmeden, kendini tanımadan bodoslama karşı tarafa odaklı oluyor. En sevdiği yemek ne? Renk ne? Koku ne? Hangi davranış onu rahatsız eder? Vs.
Sen kendinde biliyor musun bunları?
Kendimizi es geçtiğimiz, belli bir olgunluğa erişmediğimiz ve dengede kalmadığımız her ilişkide sonun ne olacağını bilmek çok da zor değil.
Yine son zamanlarda evliliğe “ama seviyoruum” ergenliğiyle girişen ve yineliyorum daha kendisi büyümemişken bir pembe gözlüğün açısından baktığı o hayata koşup, daha sonra kendini devasa bir sorumluluk kasırgasının içinde bulan, bu da yetmezmiş gibi bu dünyaya çocuk getirmeye sadece çocuk yapmak olarak bakan gençler çarpıyor gözüme. Evlilik başlı başına ciddi bir mesele iken çocuk olayı bambaşka bir boyut.
Ciddi bir sorumluluk. Öyle zamane tabiri ile “aşko kuşko” bakılacak bir olay değil bu. Yepyeni bir birey geliyor dünyaya, sevdiği, sevmediği şeyler olacak olan, yepyeni bir fikir, yepyeni bir bakış açısı…
Ama sanırım olaya bu açıdan bakan ya da durumun ciddiyetinin farkına varan pek az kişi var. İzlediğimiz ve okuduğumuz haberler bunu gösteriyor.
Çevre baskısı ile “artık birini bulayım da evleneyim!” moduna girmek hiç akıllıca değil. Bir başkası için yaşamaktır bu. Ayrıca o kişilerin istekleri hiç bitmez. Bekar olursun evliliği sorarlar, evlenirsin çocuğu sorarlar, çocuk yaparsın ikinciyi sorarlar, boşanırsın artık hadlerini aşıp neler neler sorarlar, kısacası elalem denen örgüt için değil, kendinizi bilerek ve hazır hissettiğinizde “tamam” demenize bakın.
O zaman gelene kadar da “en iyi yatırım kendine yaptığındır” mottosu ile yolunuzu çizin.
Toplumca es geçtiğimiz bir diğer konu; kişisel alana saldırıyı kendinde hak görmek. Belli bir dozda kişi kendiyle kalmak, zaman zaman yalnız olmak isteyebilir. Bunu çok başka alanlara çekmek de henüz oluşmamış olgunluk göstergesidir diyebilirim.
Kendi kişisel alanınıza ve karşı tarafın kişisel alanına saygı duyularak ilerleyen evlilikler çiçek gibi olur bence.
Evlilik, beraber aynı hayatı yürütmek değil, iki ayrı hayatın aynı anda yürütülmesidir.
Gelelim bonus tayfaya… Evliliği bir yarış, bir varış noktası ve bir başarı olarak gören ve evlenmeyenleri kendi egosal bakış açılarıyla başarısız gören, küçümseyen, alaycı tutum sergileyen ekibe… Açıkçası onlara anlatacak çok bir şeyim yok, sadece bir tavsiyem var. Mümkünse bolca kitap okusunlar çünkü “Kitap zekayı kibarlaştırır.”
Yazarın dip notu: Kitap okumuyorsa evlenmeyin:)