Aslında hikayeleri çok masum başlamıştı.
Farklı ve yaratıcı içerikler üretiyorlar, belli bir takipçi sayısına ulaşanlar bir adım öne geçiyor ve markalardan işbirliği alıp ürün tanıtımı yapıyorlardı.
Ek kazançlar gelmeye başladıkça mutsuz ama mecbur oldukları kurumsal işlerden ayrılıyor, sosyal medyaya daha fazla zaman ayırıyor ve izlenme arttıkça onlar da kazanıyorlardı.
Bir müddet çok masum ilerleyen bu süreçlerin içine ego ve daha fazla kazanma hırsının beraberinde getirdiği saçmalama ile çamura saplanmaya ama “hahayy çok mutluyum!” rollerine girmeye başladılar.
Kendilerini izleyen ve o çoğunluğun sayesinde kazandıkları ile yine aynı kesime caka satmaya, küstahlaşmaya, ekranlara tükürmelere başladılar.
Neyse bizim samimi görünmeye çabalayan ama her bir zerresinden yapaylık akan fenomenlerimiz başlıyorlar markalardan gelen kargoları açmaya, -hadi size de kıyak geçeyim- temalı çekilişler yapmaya, bunların çoğu da fiyaskoymuş çok sonradan öğreniyoruz. Markaların lansmanlarına katılmalar, ünlü kesimin içine dalmalar derken hoop gitti bizim yerli insan, oldu bize artık yabancı.
İşin gölge yanı ise; bu kesimin yaşadığı hayata özenip, içten içe kendini yetersiz ve mutsuz hisseden bir nesil de arkadan gelmekteydi.
Halbuki her gün cilt bakımı ürünleri kullanan, aşırı dolgu & botokstan yaradılışını değiştiren, güzellik merkezleri olduğunu bangır bangır ilan eden de, o sosyal medyaların yüzü değiştirip, daha da güzelleştiren filtrelerini kullanmaktan geri kalmıyordu.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Sen ya yaptırdığın estetiğe, ya deliler gibi tanıttığın cilt bakımı ürünlerine güvenmiyorsun ya da güzellik vadettiğin salonunun işlemlerine…
Zaten o tanıttıkları ürünlerde de samimi değillerdi. Tanıtım esnasında yüzüne bir ürün sürecek ama elinde o kadar yayıyor ki o serum, losyon, krem artık her neyse elinde yok olup gidiyor. Sonra yalandan bir iki yüz sıvazlamalar derken, eminim kamerayı kapattıktan sonra yüzünü defalarca yıkıyordur.
Çıkarları uğruna aslında kendi kullanmadıkları ve kullanıyormuş gibi gösterdikleri ürünleri insanlara aldırıyorlar, bu kandırmaca yetmiyormuş gibi artık iyice para hırsından çeşitli hızlı ve kolay para kazanma yollarına sapmaya başlıyorlar. Aslında bu ayağa atılan çelmelerin başlangıcı oluyor.
Hayat bizi belli evrelerde sınar. Diyelim ki internetten bir ürün aldınız ve yanlışlıkla iki tane gelmiş. Bakalım siz o fazla olanı geri iade ediyor musunuz, yoksa günün kârı diye hiç ses çıkarmıyor musunuz? Veyahut para üstü aldınız ve karşı taraf yanlışlıkla fazla verdi, o parayı cebe mi indiriyorsunuz yoksa yanlışlık oldu diye geri mi iade ediyorsunuz? Tüm bunlar küçük ve önemsiz şeyler gibi görünse de aslında tam da o noktalarda sınandığınızı söylemek isterim.
İşte bu insanlarda aslında kullanmadıkları, hatta dönüp bakmadıkları ama buralardan gelen deli paralara bakıp, ürünleri ayıla bayıla tanıtıp, kendilerine ve samimiyetlerine (!) inanan insanlara bu sahte satışı yaptığında da ayakları bir yerde tökezlemeye başlıyor.
“E ne yapsınlar o zaman, onlar da bu şekilde kazanıyorlar?” diyebilirsiniz. Açıkçası kazandıklarını sanmıyorum ama kazanmış gibi göründüklerini biliyorum. Haydan gelen huya gidiyor, gelen paranın bereketi olmuyor.
Ayrıca bununla alakalı elimde kapı gibi sapasağlam bir örnek var.
Hepimizin çok sevdiği, saygı duyduğu, sonunu bildiğimiz filmlerini tekrar tekrar izlemekten büyük keyif aldığımız Türkiye sinema tarihinin en önemli isimlerinden olan rahmetli Kemal Sunal!
Eşi Gül Sunal bir paylaşımında anlatmış bunu, aynen aktarıyorum;
“Kemal'e Antalya'dan bir inşaat firması reklam yüzü olmasını ve karşılığında yapacakları evlerden bir tanesini kendisine hediye edeceklerini teklif etti.
Kemal bunu reddetti. 'Neden kabul etmedin, ne güzel Antalya'da evimiz olurdu' gibi bir cümle kurdum. Kemal ise döndü ve dedi ki 'Gül yarın bir gün bu evler yıkılırsa ve insanlar ben reklamında oynadığım için bana güvenip o evleri almış olursa ben vicdanıma nasıl hesap veririm öyle bir durumda.”
O da bilirdi çıkarı uğruna ikili oynamayı, o da bilirdi çok özür dileyerek bunu söylüyorum, kaba bir tabirle halkı salak yerine koymayı ama yapmadı. Ve rahmetli Kemal Sunal böyle davrandığı için kaybetmedi aksine daha da kazandı ve inanın bana hâlâ da bir çok insanın sevgisini kazanmaya devam ediyor. Mekanı cennet olsun.
Böyle kaliteli bir insanın ismini yazınca diğerlerine devam etmek bile istemiyorum ama son olarak bu kesimin bu aralar yaptığı ve hâllerine güldürdükleri bir durumları daha var.
Eskiden “bende olan sizde yok” havaları atarken, şimdi ise “vallahi bende aynı sizin gibiyim” rollerine giriyorlar.
Eskiden zengin olduklarına inandırmaya çalışıyorlardı şimdi ise fakir.
Sonuç olarak her iki durum da çok kırıcı. Zengin görünüp size üstten bakmaları da, ben de sizin gibi orta hâlliyim diye şekilden şekile girmeleri de. Üstelik bunu yine arka planda gizledikleri mal varlıklarını saklamaya ve kaçırmaya çalışmak için yapıyorlar. Yine çıkar! Yine çıkar!
Size bir şeyler katmayan, öğretmeyen, gelişiminize destek olmayan insanların egolu hikayelerini izlemek zorunda değilsiniz.
Sizin de bir hayatınız var, başkalarının rollerine kapılıp kendinizi unutmayın. Çokça sevgiler…