Başkaların kudretine ve gücüne güvenerek yola çıkanlar, tek başına kaldığı andan itibaren 'arenada' yalnızdır artık..
Bir başına kaldığında 'üretebilecek bir şeyleri yoksa, yeni fikirlerden yoksunsa, hele bir de ortaya koyacak tek projesi de yoksa', sıkıntı içinden çıkılmaz bir hal alır..
Darda kalmak bu olsa gerek...
Ağan varsa, yola devam. Yoksa kaderi kabullenmek zorundasın... Çünkü lafla peynir ekmek gemisi yürümüyor..
Eğer senin bir katma değerin yoksa; arkanda ağalar da, genel merkez de olsa olmuyor..
Samsun AK Parti kongresi sürecinde ve sonucunda bu gerçeği yaşadı. Yaşamın her alanında da değişmeyen bu varsayımın canlı canlı örneğini gördük bu kongrede..
Osman Çetinkaya, genel merkez tarafından atanmış bir il başkanıydı. Bizzat Başbakan Erdoğan'ın 'atadığı, genel seçimleri emanet ettiği' bir başkandı.
Sonra da Genel Merkez "Bizim adayımız Çetinkaya'dır diyerek, sahaya sürdü. Arkasında da gerçekten son ana kadar durdu."..
Çetinkaya belki 'ağalar benim arkamda' diyerek koltuğu garantilediğini düşündü ve bunun verdiği rehavetle 'delegeler üstü, partililer üstü' bir tavır içine girdi..
Proje üretmek, bu projelerini anlatmak yerine, sürekli 'Ben genel merkezin adayıyım. Son hafta çağırırlar diğer adayları listeme katılmaları için ikna ederler' gibi sözler söyledi..
Samsun'daki delege ise sanırım olaya şöyle baktı. "Tamam Genel Merkeze saygımız var ama sen ne diyorsun. Senin projelerin neler. Yeniden il başkanı olduğun zaman Samsun bir bütün olarak neler kazanacak. Katkın ne olacak katkın" diye sorgulamaya başladı.
Çetinkaya, bunların çoğunu duymazdan geldi. Sıradan politikacıların söylediği '17 ilçe ve büyükşehiri alacağız' derken, 'benim başarım tescilli gibi', sözlerle konuyu geçiştirdi.
Hatta genel merkezdeki ağalara o kadar güvendi ki; "Bürokratların seçimlerde aday olmasına şahsen karşıyım" gibi sözler etti...
Sonra çıktı "Siyasi ve ticari hayatınızı bitiririm" gibi sözler söyledi.
Bunları kongre için düşünülmüş, programlanmış bir proje çerçevesinde mi söyledi?..
Hiç sanmıyorum.
Kimi ziyaret ettiyse oraya uygun sözler söyledi. 'Ben o işlerden anlamam, son seçimde aldığım oy ortada, başarım tescilli gibi, diğer partilerin oylarını katladım' gibi sıradan, herkesin söyleyeceği sözlerle, günü kurtardı..
Çünkü Başbakan Tayyip Erdoğan zaten gereken oyu alıyordu. Genel Merkez de Osman Çetinkaya'nın arkasındaydı...
İl Koordinatörü Recep Yıldırım ve Bölge Koordinatörü Yılmaz Tunç da gerektiği zaman 'aynı şeyi söylemek için Samsun'a kadar zahmet edip geliyordu'...
Hatta Samsun'da AK Parti'nin reisi konumundaki milletvekili de 'tam destekti'. Bir eski bakan da 'Genel merkezin tavsiyesi var' diyerek Çetinkaya'yı işaret etmişti. Diğer iki vekilin tabanda etkisi yoktu ama 'yine de yanındaydı'..
Bir önceki seçimde sandıktan çıkan oy da ortadaydı..
O nedenle Çetinkaya'nın görünürde delegeye, kendisini sandıktan çıkartması gereken teşkilat üyelerine ekstra bir proje anlatımına' ihtiyacı yoktu...
Ama bir baktı ki; Arenada yalnız değildi aslında. Sırtı sağlamdı ama tam karşısında son genel seçimlerde temayül yoklamasında teşkilattan en yüksek oyu olan, daha önce iki kez başkanlık koltuğunda oturan gladyatör de sahaya inmişti..
Arena'ya üç kişi çıktılar. Ağalar son akşam bir yemek verip, 'Çetinkaya'nın arkasındayız' diye diretti..
Yemekte görüntü muhteşemdi ama iş 'arenaya gelince', başkanı seçecek olan seçiciler, ortalıkta yoktu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bunu hemen fark etti. "Samsun'da yüzde 62 oy alan AK Parti'ye bu görüntü yakışmıyor. Affetmem" dedi...
İşte 'olayın kırılma noktası orası'..
O mesaj öylesine bir mesajdı ki; tüm ağalar bir kaç adım geriledi o görüntüyü eleştiren Arınç'ın sözlerini duyunca..
Çetinkaya artık tek başınaydı arenada..
Karşısında da Samsun'da AK Parti'li tabanın sevdiği, 'ama bir arada sen bir dur abi dediği' ama her zaman kalbinde destek verdiği, 'şimdi ustalık zamanım diyen' usta gladyatör vardı..
İlçe teşkilatlarının kafasındaki zaten farklıydı. Biz demokratik olarak oyumuzu verelim. Ağalar ne yaparsa yapsın dedi. Şova değil oy kullanmaya gelmişlerdi çünkü...
Sandıktan Köktaş çıktı. Tartışmasız ve kesin bir galibiyet aldı..
Çetinkaya ise gerçekten kendine yakışanı yaptı. "Bu koltuğun yükü ağır dedi ve" Köktaş abisine gülerek, sarılarak devretti görevini..
Aslında tek ama tek bir hatası vardı...
'Ağalara yaslanmıştı, büyük konuşmuştu'... Ben, ben, ben demişti..
Oysa 'Ağaca güvenme kurur, insana güvenme ölür' sözünü keşke birileri kulağına fısıldasaydı..