İlk diyet listesini eline aldığında bir elindeki listeye baktı, bir de uzaktan gözüne çarpan “dürüm” tabelasına.
Sınanmanın birinci noktasıydı bu, “diyete başlamadan önce son bir kez canım ne çekiyorsa yesem mi acaba?” diye yokladı nefsi onu ama kararlıydı -bir kereden bir şey olmaz- hatasına düşmeyecekti, çünkü bir kereden çok şey oluyordu, biliyordu…
Zaten yolu uzatmaya da gerek yoktu, ilk diyet kontrolü maddi olarak öyle sıkışık zamanına denk gelmişti ki en yakın arkadaşından borç para alarak başladı bu işe.
Kendisine inanan en yakın arkadaşı, bu zamana kadar kendisinin bulamadığı ama karşısında zayıflamaya giden yolu en iyi bilen diyetisyeni vardı, kendisi ise emir almaya hazır bir şekilde ne denirse onu yapmaya razıydı, yolu gerçekten bilmiyordu, kaybolmuş gibi hissediyordu ve artık şimdi önüne bir ışık çıkmıştı, onu takip edecekti…
Eve geldi, henüz alışverişe çıkılmadığı için evde de eksikleri vardı, hiç sorun değildi olanlarla bir çözüm bulacaktı. Sebze yemeği ve yoğurt vardı listesinde, sebze olarak yeşil biber kalmıştı evde tek. Ne yapacağını düşündükten sonra biraz soğan ile o yeşil biberleri çok az yağda kavurdu, yağı bundan sonrasında hep böyle az kullanacaktı ve kendisine açıklaması olarak “Vücudumda yeterince yağ var, daha fazlasına gerek yok:)” diyecekti. Yanına aldığı yoğurt öyle ekşiydi ki, hiç sesini çıkarmadı. O an ki listeye uygun ama uyum olarak alakasız olan o yemekleri hiç sorun etmeden tüketti. Bu olay onun ne kadar kararlı olduğunun göstergesiydi, diyet yolculuğunda ne zaman pes etmeyi düşünse ilk başladığı noktadaki eksiklerinden neleri oluşturmaya çabaladığını hatırlatacaktı kendine… O yeşil biberi ve ekşi yoğurdu hiç unutmayacaktı…
Küçük alışkanlıkların sürekli yapılmasının hayatımızda ne denli büyük rol oynadığını farketti o kız…
Eskiden ne zaman morali bozulsa kendini abur cubura verir, film izler ve onu izlerken bir yığın şey yerdi. Şimdi ise biri moralini bozacak bir şey mi dedi ya da kendisi ümitsizliğe mi kapıldı? Kulaklığı kaptığı gibi kendini yollara atıyordu. Hiç durmadan yürüdü, sürekli hareket etti, öyle çok yürüdü ki bu yolculukta kaç tane ayakkabı eskitti.
Her gün kendisiyle yarışıyordu, bir önceki günkü hâlinden daha iyi olmaya karar vermişti, tek rakibi kendisiydi… Öyle yürüyordu ki artık ayakları dayanamadı, ayak baş parmaklarının tırnakları tam ortadan çatladı iki ayağında da, sorun etmedi, merhemler sürerek dayanabileceği kadar devam etti yürüyüşlerine.
Hedefe kilitlenmişti, gözünü diktiği bir sonuç vardı. Elbette yoluna taş olmak isteyenler oluyordu, hem de bunlar en yakınlarıydı ya da öyle sandıkları…
Diyette olduğunu bildikleri hâlde sürekli ona türlü yemekler sayan, diyet dışındaki besinleri zorla yedirmeye çalışanlar, zayıf oldukları hâlde sürekli kendisiyle fizik yarışına girenler, sırf diyete başladı ve azimle devam ediyor diye normalde aralarında tartışma, küslük olmamasına rağmen onu görünce yolunu değiştiren hemcinsleri, gözlerinin önünde diyet ve sporla kilo verdiği hâlde “mide ameliyatı olmuşsun” iftiraları atanlar, kısacası kendi iradesizlikleri ve içsel hasetliklerini bir şekilde dışa vuran insanlarla sınanıyordu.
Yanındaymış gibi görünen lakin karşısında olanlardı hepsi ve o kız hem bu hareketlerine gülüyor, hem de bu kadar basit olmalarına üzülüyordu. Yani sonuç olarak kendisi için sağlıklı bir yolu seçmiş ve kilo verme çabasında olan bir insandan neden bu kadar rahatsızlık duyuyorlardı ki?
Onlara ne zararı vardı bu durumun?
Tüm bu acımasız fark edişlere rağmen o gözünü tüm ihtişamıyla, manzarasıyla kendisini çağıran dağlara dikmişti, o manzaranın keyfini çıkaracaktı. Yokuş çıkmak zordu ama manzara tepeden seyredilirdi biliyordu.
O yüzden o ayağına taş olanları gerektiğinde ayağıyla itip fırlatmaktan geri durmadı…
Tüm bu süreçte tuhafına giden çok şey oldu, his olarak bunlardan en tatlısı da, ne kadar kilo verirse versin ve artık küçücük kalmaya başlamış olsa da kendisini hâlâ o iri, hantal bedeninde sanıyordu.
Yürürken aslında gayet fit görünüyordu ama o tıpkı eski günlerdeki gibi elini kolunu nereye koyacağını şaşırıyor, sanki çok kilosu varmış gibi hep bir yerlerini kapatmaya çalışıyordu…
Kıyafet alışverişleri artık daha keyifli hâle gelmişti ama onlarda da hâlâ kilo verdiğini idrak edemiyor eli hep büyük bedenlere gidiyordu. Sonra o sandığı bedenin 2-3 beden altı bir giysi denediğinde, içine tıkk! diye sığmanın şaşkınlığı ve mutluluğunu yaşıyordu her bir zerresinde.
Eskiden bir büyük bedenini sorguladığı elbiselerin en küçük bedenlerinin bile bir alt bedeni olup olmadığını soruyordu, içinde kayboluyordu en alt beden giysilerin bile ve bu hafiflik hissiyatı dünyanın en lezzetli yemeğinden bile tatlıydı.
Sırf bu his için bile bu yola girmek, bazen zorlu - bazen eğlenceli bu yolculuğu yaşamaya değerdi…
Ve tabii ki en baştaki “sağlığım için” mottosuyla girdiği bu yolda, o uyarı niteliğinde olan koyu renkli tahlil sonuçlarını normal renge dönüştürene kadar durmadı o kız ve sonunda başardı. Sağlığının düzelmesinin yanı sıra beraberinde ekstra güzellikler, güzel hisler ve başarılar da getirdi bu kararlılık kendisine…
1 sene olmadan 48 bedenden 38 bedene inmeyi başardı o kız.
Artık incecik bir beli vardı, tıpkı rüyasındaki gibi…