Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 102. Yıl dönümü nedeniyle Millet İttifakı Ankara BB Mansur Yavaş’ın organize ettiği etkinlikte İstanbul BB Ekrem İmamoğlu ve Millet İttifakı’nın diğer büyükşehir başkanları ‘Ankara’nın taşına bak!’ türküsünü (marş) söylemesi izleyiciler tarafından beğenildi.
Türkiye Barolar Birliği seçimini kazanan Erdinç Sağkan ve destekçileri seçim sonrasında, teröer örgütlerinin, orijinali; ‘Gün doğdu, hep uyandık, Siperlere dayandık. İstiklalin uğruna da, Al kanlara boyandık…’ olan marşın sözlerini ‘Yolumuz devrim yolu, Gelin kardaşlar gelin, Yurdumuz faşist dolmuş, Vurun kardaşlar vurun…’şeklinde değiştirerek istismar ettiği ‘Gündoğdu marşı’nı seslendirmişti. Gündoğdu marşı kışlalarda da söyletilen bir marştır, ancak silahlı propaganda örgütlerinin kullandığı bir versiyonu da var. Artık marşların da söyleyene göre değişen bir dili, bir mesajı var, mesajlar marşlar üzerinden veriliyor. Kişinin amacını söylediği marştan çıkarmak mümkün.
‘Ankara'nın taşına bak, Gözlerimin yaşına bak, Düşman bizi esir etti (Biz düşmana esir olduk), Şu feleğin işine bak!’ şeklinde değişik versiyonları olan anonim ‘Ankara’nın taşına bak’ türküsünün aslında ‘Düşmanı esir ettik’ değil; ‘düşman esir etti’ şeklideki yakarıştır. ‘Yunan’ı esir ettik’ olsa, şaşılacak, yadırganacak bir durum olmaz; ‘Şu feleğin (dünyanın) işine bak!’ denmezdi. Şaşılacak durum; esir etmemiz değil, esir olmamızdır.
‘ANKARA’NIN TAŞINA BAK’ TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ
Duatepe’ye yapılacak taarruz için, emir alan 57’nci Tümen Komutanı Albay Mümtaz hemen tümenini uyandırmış, kısa sürede yol hazırlıklarını tamamlamış ve gece yarısını biraz geçe yürüyüşü başlamıştı.
Albay Mümtaz, hızlı bir yürüyüşle sabah saat altıda tümenini Kerim köyünde bulundurabileceğini umuyordu. Gökyüzü kara bulutlarla kaplı olduğundan ortalık zifiri karalıktı. Ateş hattından uzakta oldukları için, her bölüğün bir gemici feneri yakmasına izin verildi. Yüksekten bakılınca seyrek aralıklı solgun ışıkların bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla ilerilere uzandığı görülüyordu. Uyku sersemi atılan adımlar giderek çevikleşmiş yürüyüş kolu hızını artırmıştı.
Yarım saat sonra gök gürlemeye, tek tük şimşekler çakmaya başladı. Her şimşek çaktığında yürüyüş kolu birkaç saniyelik aydınlığa kavuşuyor, biraz dağınık olan dörderli sıralar kendilerini düzeltiyordu. Yağmur önce çiselemeye başlayınca zarar görmesin diye omuzlardaki tüfeklerin namluları aşağıya çevrildi. Yağmur da aırtık sağanağa döndü; bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı. Önceleri hafif esen rüzgâr yerini fırtınaya bıraktı…
Cılız ışıklı fenerlerin ıslanan camları çatlamaya, dağılmaya başladı. Fenerlerin birer ikişer sönmesiyle yürüyüş kolu koyu karalığa gömüldü. Yürüyüş kolunun bozulmaması, erlerin kaybolmaması için birbirleriyle konuşmalarına izin verildi. Elbiseleri aşan ıslaklık bedenleri sarmaya, bozkırın tozlu toprağı cıvık çamura dönüşmüştü.
Tepeden tırnağa sırılsıklam olan savaşçıları gecenin soğuğu titretiyordu. Gök yerle birleşmiş; yer, çamur denizi olmuştu. Ağırlaşan ayakkabılar, kayan ayaklar adımları yavaşlatmıştı. Gök gürültüsü, yağmur ve fırtınanın uğultusu, yürüyüş kolunu bozmamak için birbirlerine seslenen savaşçıların seslerini bastırıyordu. Doğanın çıkardığı sesler ve insanların bağırtısı birbirine karışıyordu. Göz artık ne gözü ne de ayağın bastığı yeri görüyordu, gök gürültüsü, yağmur sesinden kimse kimseyi ne görüyor ne de duyuyordu.
Bu sırada, yürüyüş kolunun arkalarındaki bölüklerden biri kendine ortak bir dil buldu. Bütün bölük, bir ağızdan günlerdir Sakarya’ya bakan tepelerde yankılanan bir türküyü söylemeye koyuldu. Havası ve ritmiyle daha çok bir marşa benziyor, yürüyüş temposuna uyuyordu.
“Ankara’nın taşına bak. Gözlerinin yaşına bak. Biz yunana esir olduk. Şu feleğin işine bak.”
Bu marş, ulusal bir yakınmayı dile getiriyordu. Marş, elektrikle çarpmış gibi öteki bölüklere, taburlara, alaylara yayıldı. Gecenin koyu karanlığında yürüyen 57’nci Tümen tek bir ses olmuş ve hedefine varmıştır.