Anadolu, Mezopotamya ile Batı Trakya ve Ege Uygarlıklarının yegâne sentezidir. Ama, bununla asla yetinmemiştir.
Tarihçiler Yunan, Roma, Mısır ve Babil-Asur olmak üzere, dört eski çağ imparatorluğu olduğunu düşünmüşlerdir.
Ne var ki; Alman arkeoloğu Schliemann, Anadolu’da, iki yeni uygarlığı daha keşfetmiştir. Böylelikle, dünya genelinde, tarihin ufkunu önemli ölçüde genişletmiştir.
Yunan Uygarlığının kökenlerini araştırmak amacıyla, 1871 yılında, Troya’da kazı yapan ve Modern Çağ’da, Eski Yunan kültürünü Anadolu’da yeniden keşfeden Schliemann, aradığından daha fazlasını burada elde etmiştir.
Antik Çağ’da yaşamış olan Yunanlı destan yazarı Homeros’un İlyada’sında adı geçen efsanevi kent Troya’nın kalıntılarını ve buna ilaveten, yedi ayrı kültürü temsil eden dört mimari katın oluşturduğu dokuz yerleşmeyi Anadolu’da keşfetmiştir. Ayriyeten, Homeros’tan çok önce var olan bir Bronz Çağı yerleşmesini de yine Anadolu’da keşfetmiştir. Dolayısıyla, Batı Uygarlığının esin kaynağını ortaya koymuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonrası hızla gelişen arkeoloji çalışmaları ve daha sistemli bir şekle giren arkeoloji kazıları, Anadolu Uygarlıklarını ana hatlarıyla belirlemiştir.
Bu bağlamda, arkeoloji kazılarına dayanılarak yapılan araştırmalarda, Anadolu’da, yalnızca Hitit veya Frigya değil, tüm tarih çağlarına ait kalıntılara rastlanmaktadır.
Büyükkale’de ele geçen yazılı kaynaklar, Hitit Uygarlığının kökenlerini aydınlatmaktadır. Buna ilaveten, Hititlerin komşularıyla, Asur ve Mısır gibi, ilişkide bulunduğu başka uygarlıklar konusunda da önemli bilgiler vermektedir.
Alacahöyük ve Yümüktepe çanak çömlekleriyle benzerlik göstermesi, Ahlatlıbel’in İlk Tunç Çağı’nda, Güney Anadolu ve Ege ile yoğun kültür alışverişinde olduğunu kanıtlamaktadır.
Türk arkeoloğu Mansel, Miken Uygarlığından Bizans’ın sonuna dek, üç bin yıl boyunca, Akdeniz’de gelişen tüm uygarlıklarla ilgilenmiştir. Dahası, kaleme aldığı Ege ve Yunan Tarihi (1947), bu konuda kaynak kitap olmuştur.
İngiliz arkeoloğu Mellaart, Anadolu göçer kilimlerindeki kimi örgünün Çatalhöyük duvar resimlerinde de olduğunu kanıtlamıştır ve 1983 yılında, Londra’da düzenlenen Uluslararası Halı Konferansı’nda, bu konudaki bildirisi, ilgiyle karşılanmıştır.
Yine Çatalhöyük’te bulunan bir dokuma parçasında, ipliklerin rengi ve geometrik desen, ayırt edilmektedir. Türkuaz, kehribar, fildişi ve neceftaşı ile demir gibi, çok çeşitli ve emsalsiz malzemelerin bulunması, uzak ülkelerle ticaret yapıldığını kanıtlamaktadır.
Demircihöyük kültürünün de başta Anadolu olmak üzere, Bulgaristan ve Romanya kültürlerinin bir karışımı olduğu ileri sürülmektedir.
Mezopotamya kültürüyle, Yunanistan ve Ege kültürleri arasında ilişki kurmaya çalışan İngiliz arkeoloğu Leonard Woolley ise, Antakya’da, 1937 – 1939 ve 1946 – 1949 yılları arasında, kazı yapmıştır ve kazıları sonucunda, küçük bir krallıkla, İ.Ö. 4. bin yıla tarihlenen bir yerleşmenin çeşitli katlarını ortaya çıkarmıştır.