PKK’ya karşı barış istemek, Osmanlı’nın imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşmasını T.C.Devletine yeniden imzalattırmaktır. Osmanlı yenilmişti. Bu yenilgiye rağmen Atatürk öncülüğünde Türk milleti bu antlaşmayı yırttı; bağımsızlığını yeniden ilan etti. İçteki hain ve gafiller, dıştaki düşmanlar aynı antlaşmayı ‘barış’ diye Türk milletine dayatmak istiyor.
Barış savaşan iki devlet arasında yapılır. Türkiye’de iki ayrı devlet yoktur. Tek devlet ve terör vardır. Terör örgütüyle barış yapılmaz; mücadele edilir. Mücadelede kullanılan silah ve diğer unsurların çokluğu veya sofistike oluşu da mücadeleyi savaşa dönüştürmez.
Savaş taraflarla sınırlı kalmaz, savaşın uluslararası boyutu vardır. Çıkarları doğrultusunda diğer devletlerin savaşa müdahale hakları söz konusudur. PKK terör örgütü ABD’den AB’ye, Rusya’dan Ortadoğu’ya uzun zamandır uluslar arası destek mücadelesi veriyor. Terörle mücadelenin adına ‘savaş’ dendiğinde PKK’yı gizli destekleyen devletler açık destek imkanına kavuşur ki o zaman gerçekten savaş olur; ‘orantısız güç’ gerekçesiyle sırtında Kızıl Hac olan beyaz elbiseli BM askerleri Diyarbakır’a gelir.
Durum bu aşamaya gelmeden tüm yerli ve milli unsurlar, olanı biteni yakından takip etmeli, hükümetin hata yapmasına asla müsaade etmemelidir. Hükümetin terörle yaptığı mücadele açık ve seçik bir şekilde desteklenmeli, bu mücadelede hükümetin yanında yer alınmalıdır.
Asayiş, güvenlik kuvvetleriyle değil de terör örgütlerinin saldırmazlık veya ateşkes kararıyla sağlanıyorsa, aynı kişilerin başka bir kararıyla bozulur. Bu güne kadar hep böyle olmuştur. Terör örgütünün işi terör yapmaktır, örgüt barış için değil; daha büyük saldırılara hazırlanmak için ateşkes yapar. Kendi ihtiyacını durumun gereği gibi göstererek güvenlik kuvvetlerinin silah bırakmasını sağlayarak, bölgeyi tamamen ele geçirme hesapları ‘barış’ diye sunuluyor.
Birçok sivil toplum kuruluşu, medya ve üniversitelere sızan PKK sempatizanları veya doğrudan PKK’lılar dün olduğu gibi bugün de PKK terörüne karşı ‘barış’ taleplerini yükseltti.
Bugün bu sözde barış yapılırsa, yarın gerçek savaşla karşı karşıya kalınır ve terörle mücadele edilemez. Dün imzalanan sözde barışların ağır faturasıdır; bugünkü PKK işgal ve katliamları.
Onların sözde barış - ateşkes çağrılarıyla hükümet uyutuldu, yollar mayınlandı, tonluk bombalar menfezlere yerleştirildi, bağımsız ‘Kürt’ devletinin temelleri atıldı.
Her seçim öncesi bu ateşlerin kesildiğini, kesilen, sönen ateşlerin seçimden sonra nasıl cehenneme dönüştüğünü, kırsaldaki terörün şehre indiğini, ayaklanmaya dönüştüğünü, devletin acze düştüğünü; polislerin karakola, askerin kışlaya hapsedildiğini, bölgenin PKK’nın denetimine girdiğini defalarca görmedik mi?
Aynı şey tekrarlanarak farklı sonuç elde edilir mi? Einstein’a göre; aynı şey yapılarak farklı sonuç beklemek ahmaklığın tanımlarındandır.
Teröre karşı ‘barış’ istemek, teröristlerle terörle mücadele edenler arasında antlaşma sağlanmasını istemektir. Teröristlerin isteklerinin kısman veya tamamen kabul edilmesiyle terörün biteceğine inanmaktır.
Bu Türkiye’de defalarca uygulanmıştır. Her isteğin arkasından daha kabul edilemez yeni istekler gelmiş. Bu antlaşmalar terör örgütlerinin güçlenmesine hizmet etmiştir. Aynı şey yapılarak farklı sonuç beklemek ahmaklığın tanımlarından olduğuna göre; yeniden terör örgütüyle masaya oturup antlaşma sağlamak daha sonra daha büyük saldırılara imkan sağlamaktan başka hiçbir amaca hizmet etmez.
HKK, ‘Savaşıyoruz’
Hava Kuvvetleri Komutanı önceki yazımda da belirttiğim gibi asla kullanılmaması gereken ‘ orta ölçekli bir savaştayız’ ifadesini kullandı. Sadece bu ifade bile görevden alınması için yeterlidir. Bu ifadeyle sorunun çözümünde rol almamış, sorunun bir parçası olmuştur. Bulunduğu makam sorun yaratma yeri değil; sorun çözme yeridir.