Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında imzalanan ‘Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)’ projesiyle ‘manevi danışman’ olarak görevlendirilen imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur'an kursu hocaları, MEB okullarındaki öğrencilere ‘değerler eğitimi’ veriyor.
Kırsal kesimdeki okulları kapatılıp, taşımalı eğitime geçilmesiyle öğretmensiz kalan köyler imamlara bırakıldı. Camilerde siyaset yapan imamlar, cami cemaatinin dağılmasına camilerin cemaatsiz kalmasına, başta imam hatipler olmak üzere gençler arasında deizm ve ateizmin astronomik bir şekilde yayılmasına neden oldu. Tüm dünyadaki İslam düşmanlarının İslamiyet’e veremeyeceği zararı imamlar Türkiye’de verdi, insanları dinden soğutmadı, etti.
Yapılması gereken kırsal kesimi dini siyasete ve ticarete alet edenlerden kurtarmakken okulları onlara teslim etmek Türkiye’nin geleceğini karanlığa gömmek değil de nedir?
Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında, Mısır'ı fethedip Memlûk Devleti'ne son vermesi sonucu halifelik makamı Osmanlı Hanedanı'na geçmesiyle hilafet ve kutsal emanetlerin yanında sözde Arap uleması da İstanbul’a getirildi. Türkler zamanla yönetimden, medreseler bilimden uzaklaştırıldı ve çağ açıp çağ kapatan Osmanlı Hakanlığı sırasıyla duraklama, gerileme ve parçalanma dönemlerini yaşadı.
Bugün imam hatip okullarının sayısının artırılması ve Arapça öğretiminin teşvik edilmesiyle Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı’nın akıbetine uğrayacaktır. Dün köy okulları kapatılıp, kısal kesim karanlığa gömülürken susanların bugün kırsal kesimin oy tercihini eleştirmeye hakları olmadığı gibi yarın da okullardan şikayet etmeye hakları olmayacaktır.
TÜİK rakamlarına göre Türklerin doğum oranı ölüm oranından daha düşük. Yakın gelecekte hem nüfus kaybı hem değerler aşınması hem de MHP Gen Bşk Bahçeli’nin söylediği gibi; ‘Sığınmacı istilası’ sonucu her karışı şehit kanıyla sulanmış Türk vatanı Türklerin elinden çıkacaktır.
Halk her gün biraz daha fazla karanlığa gömülürken, olanı biteni fark edemiyor. Halkın anlayamadığını anlayabileceği, duyamadığını duyabileceği, hissedemediğini hissedebileceği hale getirmekle görevli başta muhalefet partileri olmak üzere sendikalar, STK’lar, akademisyenler, aydınlar, sanatçılar, yanlışları yapanlardan daha az sorumlu değildir.
2004’te ‘Gıda Bankacılığı ve Gelir Vergisi Düzenleme Yasası’ çıkarken Rahmetli Deniz Baykal’a bu yasayla ‘sosyal yardım vakıflarına’ verilen paralar vergiden düşülüyor, vakıflar vergiden muaf tutuluyor, devletin alması gereken vergiler buralara aktarılacak, vatandaş devlete sadakat yerine bu vakıflara sadakat gösterecek, Sosyal Hukuk Devleti siyasi parti devletine dönüşecek’ dedik.
Baykal ‘fakir fukaraya yapılan yardıma karşı çıkıyorlar’ endişesiyle sessiz kaldı. Vatandaş vergiden alacağı payın binde birini vakıftan alarak iktidara bağlandı, haline şükretti.
Bugün karşı çıkmayıp, seçimde karşı çıkmanın halkta bir karşılığı olmayacaktır. Seçim zamanı yanlışları söylemek siyasi propaganda olarak görülürken, yanlışın yapıldığı zaman karşı çıkmak halkın ve ülkenin çıkarlarını savunmak olarak görülür ve halkta karşılığı olur. Seçim zamanı söylenenler için halk ‘Sen, bizim için değil; kendin için geldin, kendin için konuşuyorsun’ senin sorunun, benim sorunum değil’ diyor.
Her şey zamanında yapılmalı, kaybedilen kaybedildiği yerde, kaybedildiği zaman aranmalıdır. Geciken adaletin adalet olmaması gibi geciken çalışma da çalışma değildir.