Değerli okurlarım, bugün sizlerle birlikte ulusumuzun(Türklerin) başarılar ve kayıplarla dolu tarihinde ibret alınacak bir gezintiye çıkmak istiyorum.
Bu gezintimize, 1950 yılına kadar olan süreci bizim öğrencilik dönemlerinde var olan ciddi eğitimden aldığım ve okuduklarımdan edindiğim bilgiler, 1950 sonrasını ise birebir yaşayarak gördüklerim yol gösterecektir.
Sen, Orta Asya’dan kopup Anadolu’ya geçtikten sonra uzun bir süre çalkantılı geçen Türk Beylikleri döneminden sonra bir aile hanedanlığının yönetiminde üç kıtaya hükmeden dev bir imparatorluk kur,
Avrupa başta olmak üzere üç kıtaya korku sal. Hızla büyürken, bunu ekonomi ve teknolojik ile taçlandıramama,
Avrupa’nın bu konularda başlattığı gelişmelere de kulak kabartmadığın gibi korku saldığın devletlerin seni yok etmek için içine soktuğu ajanları ve senden olan işbirlikçileri de görme,
Bunlar da yetmiyormuş gibi, giderek yozlaşan ve basiretten yoksun saltanat sahiplerinin de yanlışları ile koca imparatorluk yavaş yavaş çökertilsin.
Kötü yönetimlerle borç batağına saplanarak, dün korku saldığın devletlerin seni tarihten silme amaçlarına zemin yarat.
Sonunda da, en zayıf anında senin için idam fermanı olacak 1. Dünya savaşına iteklen ve koskoca bir imparatorluk tarihin tozlu sayfalarına karışsın.
Üç kıtada ki tüm topraklarını kaybetmekle de kalma, elinde ki son vatan toprağı Anadolu’yu da savaşı kazananlar paylaşsın.
1071’den beri seni Asya’ya geri göndermeye çalışanlar, sonunda amaçlarına ulaşmış ve sana SEVR adında ki yok oluş fermanını da imzalatmıştı.
Savaşı kazanan başta Yunanlılar ve İngilizler olmak üzere, Fransa ve İtalya zafer naraları atıyordu.
Ancak o güne kadar gözden kaçırdıkları şey, Türk’ün kolay kolay yok edilemeyeceği gerçeğiydi.
Nitekim Osmanlı’nın son dönemlerini cephelerde savaşarak geçirmiş genç bir Türk subayı, bu oldubittiye isyan bayrağını açıyordu.
Bu genç subay, o güne kadar Osmanlı Hanedanı tarafından sürekli dışlanmış ve yoksulluğa mahkûm edilmiş olan Anadolu’nun gerçek sahibi Türk Halkını arkasına alarak, tüm dünyayı şaşırtacak bir zaferle noktalayacağı Kurtuluş Savaşı’nın meşalesini yakıyordu.
Adı daha sonra Atatürk olarak anılarak tüm Türk Uluslarının önderi olacak bu liderin adı Mustafa Kemal ve kurduğu yüzünü çağdaş dünyaya dönmüş, bilim, ilim ve teknolojiyi hedef seçmiş yepyeni bir Türk Devletinin adı ise, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ydi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu genç Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923 den sonra ki 15 yılda halkın, gıda (Un, Şeker gibi) ve giyim eşyaları (kumaş, ayakkabı, basma gibi) temel ihtiyaç maddelerini üreten onlarca fabrikayı kuruyordu.
Kendi bankalarını, demir-çelik sanayisini, PTT, Telekom gibi hizmet kuruluşlarını yaratırken, Osmanlının 1. Dünya Savaşı’ndankalan borçlarını da ödüyordu.
Ne yazık ki, gençliğini Osmanlı cephelerinde savaşarak geçirmiş Büyük Önder’in vücudu yıpranmıştı ve bu Ulusun kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, çok erken yaşta (57) yaşında aramızdan ayrılıyordu.
15 yıllık Devlet Başkanlığı döneminde Laik Düzeni kurarak din ile devlet işlerini ayırmış, eğitim seviyesinin yükseltilmesini ilke edinmiş ve bu amaçla Harf Devrimi’ni yaparak Latin Alfabesini getirmiş, halkının dinini kendi lisanından öğrenerek hurafelerden kurtulması için Kur’an’ın içeriğini anlatan Kur’an Mealini hazırlatmıştı.
Osmanlı’nın çöküşünde de etkisi olan tekke ve tarikatlar kapatılmış, toplumda ayrışmalara son verilmişti.
“Yurtta Barış, Dünya’da Barış” Söylemi ile tüm komşuları ile barış içinde yaşayan bir ülke yaratmıştı. Ekonomik olarak borçlanan ülke, bağımsızlığını da yitirir söylemini ilke edinmişti.
Üzülerek söylemek gerekirse, Atatürk sonrası O’nun devrimleri ve ilkeleri sürdürülemediği gibi yeterince de korunamadı. Eğitim de dünyaya örnek olmuş Köy Enstitüleri kapatılıyor, çok partili demokrasiye geçilmesi ile dinimiz siyasete alet edilmeye başlıyor ve giderek Laik Düzen de aşındırılıyordu.
Atatürk döneminde dışarıdan borç almayarak büyük bir kalkınma hamlesi gerçekleştiren ülkemiz, 1948-1950 arası Amerika tarafından kominizim tehlikesini önlemek bahanesi ile yürürlüğe konan Marshall Yardımını alarak başladığı dış borçlanma sonucu, ekonomik özgürlüğünü kaybetmeye başlıyordu.
Bu gerçeği görerek “Tam Bağımsız Türkiye” Söylemleriyle halkımızı uyarmaya çalışan vatansever gençlerimiz darağacına gönderiliyor veya bir şekilde yok ediliyorlardı.
Ülkemiz ne zaman güçlense, ülke karıştırılıyordu. Askeri darbelerle gerçekleri haykıranlar susturuluyor, demokrasi askıya alınıyor ve ülkemiz Amerika’nın çıkarları doğrultusunda şekillendiriliyordu.
Tarikatlar özellikle son 20 yılda iyice kontrolden çıkmıştı. Sonunda bu tarikatlardan birisi olan ve siyasi iktidar tarafından da destek gören Fetullah isimlisinin Amerika’nın güdümünde olduğu ancak silahlı darbe yaparak devleti ele geçirmeye çalışması ile anlaşılıyor ve FETÖ Terör Örgütü olarak anılıyordu.
1950 sonrası dış borçla ülkeyi yöneten tüm siyasi iktidarlar Türkiye’yi yeniden Osmanlının son döneminde olduğu gibi dış borç sarmalına sokuyordu.
Son on yılda ise, artık tüm dönemlerin borç tutarını katlayan dış borç, ülkemizi Cumhuriyet Döneminin en büyük bir ekonomik krize sokmuş bulunuyor.
Buraya kadar anlattıklarımı ben yazdım ama şimdi yazacaklarımı, tüm bu olanların Amerika ve onun uzantıları tarafından nasıl planlandığını kendi ağızlarından okuyacaksınız.
Mustafa Kemal Atatürk’ün çok sağlam ilkeler temelinde kurduğu Türkiye’nin giderek güçleniyor olması, bu topraklarda gözü olanları bakın nasıl uzun vadeli Türkiye’yi çökertme hesapları yapmaya yöneltiyor;
Yukarıda yazdıklarımın devamı olan çok önemli bilgileri yarın yayınlanacak 2. Bölümde okuyabilirsiniz.
Her şeyin ülkemiz adına güzelliklerle dolu olacağı bir hafta diliyorum.