Osmanlı’nın dağılması sonrası Mustafa Kemal ve arkadaşları laik ve çağdaş hukuk düzeninde kurdukları Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim biçimini de demokrasi olarak belirlemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti zaman zaman darbelerle sarsılsa dademokratik sisteme bağlılığını geliştirerek sürdürmüştür.
Ülkemiz 95 yıllık Cumhuriyet döneminde yaşadığı iki askeri darbe sonrasında yeniden demokratik düzene dönmeyi başarmıştır.
Ancak, 15 Temmuz 2016 tarihinde ucuz atlatılan FETÖ Darbe girişimi, daha önceki darbelerden çok farklı olarak tüm kurumları ile Devleti ele geçirerek şeriat düzeni kurmaya yönelik bir darbe kakışmasıydı.
1950 yılından bu yana tüm sağ iktidarların ortak paydamız olan dinimizi siyasi kazanımları için kullanması ve dini cemaatleri desteklemesi, sonunda 15 Temmuz darbe girişimine zemin hazırlamıştır.
Başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere çeşitli kesimlerin yaptığı tüm uyarılara rağmen Fetullah Gülen’in başını çektiği Cemaat, iktidarla kol kola girerek başta yargı, ordu ve emniyet olmak üzere devletin tüm kurumlarına sızmayı başarmıştır.
Aslına bakılırsa, bu darbe girişimi bağıra bağıra gelmiştir. Neyse ki, geçte olsa devletine sahip çıkan komutanlar ve emniyet güçlerinin çabası ve sokağa çıkan insanlarımızın desteği ile hain plan bozulmuştur.
Darbe atlatılmıştı ama devletin içine sızmış olan Fetöcülerinin temizlenmesi amacı ile hükümete verilen KHK çıkartma yetkisinin sürekli hale getirilmesi ile ülkemiz hızla demokratik düzenden uzaklaşmaya başlamıştır.
Referandum da çok az bir farklakabul edilen Başkanlık Sistemine 2019 da geçilmesi gerekirken, getirilen OHAL uygulaması ile Başkanlık Sistemi fiilen uygulamaya sokulmuştur.
Hukukun büyük çapta işlerliğini kaybettiği, toplumun giderek ayrıştığı günümüz ortamında bir yandan da ordumuz, güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan terör devletini yok etmek için sınır ötesi operasyonlarını sürdürmektedir.
Böylesine hassas bir dönemde ülkemizin en çok ihtiyacı olduğu şey, tüm kesimlerin siyasi çıkarlarını bir yana bırakarak birliktelik sağlamasıdır.
***************************************************
SİYASİ KAYGILARA KURBAN EDİLEN BİRLİKTELİK.
Bu gerçeğe rağmen, tüm siyasi partiler yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı seçimi ile yerel ve genel seçimlere odaklanmış bulunuyor.
Bir yanda İktidar Partisi’nin Genel Başkanlığı’nı da yürüten Cumhurbaşkanı’nın muhalefet partilerine karşı kullandığı son derece sert üslup, diğer yanda İktidar Partisi ile birlikte hareket etme kararı alan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de bu sertliğe ayak uydurması ile toplum hızla kamplaşmaya sürüklenmektedir.
07 Haziran 2015 seçimleri sonrası hızla marjinalleşen HDP, Türkiye Partisi olma şansını kaybetmiştir.
MHP’ nin de İktidar Partisi ile ortak hareket etme kararı alması ve ihraç ettiği Meral Akşener ve arkadaşlarının kurdukları İYİ Parti’nin ise, henüz kendini kanıtlama sürecini yaşıyor olması nedeniyle, iktidarı denetleyecek parti olarak sadece Ana Muhalefet Partisi olan CHP kalmıştır.
Bu durumda parlamenter sisteme son veren ve tek adam rejimi olarak adlandırılan Başkanlık Sistemine karşı çıkanların (Referandum sonuçlarına göre parlamenter sistemden yana olanların oranı %49 civarındadır)Umut bağlayacağı bir tek CHP kalmıştır.
Gerçek demokrasilerde muhalefet partilerinin görevi,iktidarları denetlemek ve gördüğü yanlışlar için iktidarları uyarmak ve gerektiğinde de kamuoyunu bilgilendirmektir.
Başından beri ülkemizin beka sorunu olduğu için tüm kesimler gibi CHP’ de sınır ötesi harekâtı desteklediğini her platformda açıklamış, açıklamayı da sürdürmektedir. CHP bunu yaparkengerekli gördüğü bazı konularda da uyarlardada bulunmaktadır.
Ne var ki, Ana Muhalefet Partisi CHP ve Genel Başkanı sırf bazı uyarılarda bulunduğu için hem Cumhurbaşkanıve Hükümet üyeleri, hem de MHP Genel Başkanı tarafından teröristlerin ağzıyla konuşmakla, hatta terör gruplarına destek olmakla suçlanıyor ve ağır hakaretlere uğruyor.
Üzülerek söylemek gerekirse böylesine hassas bir dönemde yürütülen sert siyasetin asıl nedeni,yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı ile yerel ve genel seçimler için rakibini yıpratmaya yönelik siyaset anlayışıdır.
Bu karşılıklı yanlış anlamalara yol açan söylemlerin bir başka, belki de çok daha önemli nedeni, iktidarın ülkemizin böylesine hayati sorunu için TBMM’ de bilgi verip, muhalefet ile görüş alışverişiyapmamasından kaynaklanmaktadır.
Oysa ortamı bu kadar germek yerine, Başbakan ve Hükümet yetkililerinin Ana Muhalefet Partisi’nin Genel Başkanı ile görüşerek “Afrin’e neden girilmesin diyorsunuz, endişeniz nedir?” Diye sorması ve sorunu aralarında tartışarak gidermeleri çok daha uygun olmaz mıydı?
Bu kadar basit bir iletişimi dahi kurmaktan kaçınılır ve muhalefet yok sayılırsa, ortam hiç gereksiz yere gerilir ve toplumda ki ayrışmalar da hız kazanır.
Eğer demokrasimiz tüm kurumlarıyla işliyor olsaydı ne muhalefet partileri yok sayılır, ne de bu tür iletişimsizliklermeydana gelirdi.
Bu ülkenin eğer demokrasi ile yönetildiğine inanılıyorsa, özellikle Ana Muhalefet Partisi’nin ülkemiz adına söyleyeceklerinin en azından dikkate alınması gereklidir.
Çünkü Ana Muhalefet Partisi’nin Anayasadan gelen görevini yapması engellenemez, engellenmemelidir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, askerimizin güney sınırımızın ötesinde terör örgütlerine karşı şehitler vererek sürdürdüğü harekât devam ederken, İktidar Partisi ile Ana Muhalefet Partisi arasında ki suçlamalarla devam eden gerginlik, toplumu endişeye sevk etmektedir.
Ülkemizi çok daha güzel günlere taşısınlar diye seçtiğimiz siyasetçilerin, bir an önce ortak akılda buluşarak ülkemizi düzlüğe çıkartmasını beklemek bu ülke insanlarının en doğal hakkıdır.
Ülkemizin bekası için zorlu bir harekât sürdüren silahlı kuvvetlerimizin başarısı için dua ederken,üçü Samsunlu olan onüç şehidimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabırların en büyüğünü, gazilerimize de acil şifalar diliyorum.
Şehit haberleri almayacağımız bir hafta diliyorum.
NOT: Önümüzdeki hafta bu sütunda, CHP Kurultayını ve CHP’de olması gereken değişim ile ilgili yorumumu sizlerle paylaşacağım.