GELECEĞİMİZ DİYE UMUT BAĞLADIMIZ ÇOCUKLARIMIZIN
VE TORUNLARIMIZIN GELECEĞİNİ YOK EDİYORUZ.
Geçen hafta ki köşe yazım da gençlerimize güvendiğimizi belirtirken, yeter ki bu gençlerin önünü açalım demiştim.
Günümüz gençlerinin arasında uyuşturucu bağımlısı olacak kadar yozlaşmış bulunanlar olsa da, son derece eğitimli ve donanımlı ülke sorunlarına duyarlı gençlerin sayısının da fazla olduğuna inanıyorum.
Eğer bu genç kuşak, Gezi Eylemlerinin başlangıcında ki ülke çıkarlarına sahip çıkma adına koydukları cesur tavrı sergileyebiliyorsa, seçimlerin güvenliğini sağlayabilmek için hiçbir kurumdan destek almadan örgütlenip, Türkiye genelinde karşılıksız görev alma sorumluluğunu üstlenebiliyorsa, bu genç kuşağa sahip çıkmalıyız.
İşte, sorun da bu sanıyorum. Ne yazık ki, bizim çocuklarımız ve torunlarımız olan bu kuşağa yeterince sahip çıkabildiğimizi ve onların geleceğini aydınlatacak işler yapabildiğimizi söyleyemeyiz.
Geleceğimiz olan bu kuşak, 1980 Darbesi’nin özgürlükleri yok eden kısıtlamaların baskısı altında yetişti. Bu kuşağı yetiştirecek üniversite öğretim üyeleri başta olmak üzere, tüm düşünürler, yazarlar, kısacası aydınlar siyasetin dışına itildiler.
Bu kuşak daha sonra ki yıllarda ise, iktidara gelen ANAP’ın ülkemizde ki ahlaki çöküntüyü başlatan liberal politikaları ile “ Köşe Dönücülük “ Anlayışının etkisinde kaldı.
İşte o kuşak, bugün ülkemizi yöneten veya yakın gelecekte rol alacak olan bizim çocuklarımızdı. Ne yazık ki bu kuşak, bugün de sivillerin iktidarın kısıtlamalarının ve ortak paydamız olan dinimizin acımasızca siyasete alet edilmesi ile oluşturulan baskıların etkisi altına girdi.
Bir kesimin diğerinden daha dindar olduğu anlayışının yarattığı baskı ve özgürlüklere getirilen kısıtlamalar, toplumun ve bu genç kuşağın ikiye ayrışmasına neden oldu.
O kuşağın en azından bir yarısı, bugün kendilerine dayatılan yanlışları görerek, ülke çıkarlarına sahip çıkma noktasında tavır almaya başlamıştır.
Yukarıda söylediğim gibi bu kuşak bizim kuşağın çocuklarıdır ve şimdi onlarda çocuklarını, bizim de torunlarımızı geleceğe hazırlamaktadırlar. Ancak bu kez de, zaten bozuk olan eğitim sisteminin din eksenine oturtulması nedeniyle, çağdaş bir eğitim alabilme olanaklarından yoksun kalmışlardır.
Umuyorum ki, onlar bizlerin yaptığı yanlışlarla büyüdükleri için kendi yetiştirdikleri çocuklarına, daha özgür bir ortam sağlama çabasında olacaklardır.
Ülkemizde yaşanan bu sorunun ne kadar tehlikeli boyutlara ulaştığını, çağdaş dünyanın gelecek kuşakları için neler yaptığına baktığımızda çok daha iyi anlıyoruz.
Çağdaş dünya, çağdaş demokrasinin gerektirdiği kuralları içselleştirdiği için bizim gibi kendi iç sorunları ile uğraşmak ve seçim üstüne seçim yaparak toplumu germek yerine, çocuklarına en üst seviye de eğitim ve yaşam olanakları tanımaktadırlar.
Özgürlükleri garanti altına aldıkları için huzur ve güven sorunu diye bir sıkıntıları da olmaması nedeniyle, tüm enerjilerini geleceklerini nasıl planlamaları gerektiğinin hesaplarına ayırıyorlar.
Dünyanın, gelecekleri adına planladıkları işlerin ilk sırasında, yakın gelecekte dünyanın yaşayacağı küresel ısınmanın yaratacağı susuzluk ve kıtlık tehlikesine karşı alınması gereken ciddi önlemler yer alıyor.
Bu ülkeler, tehlikenin en aza indirmenin yolunun su kaynaklarını korumak ve gıda üretebileceği topraklarına sahip çıkmak olduğunu görerek, çok radikal kararları uygulamaya koyuyorlar.
İlk etapta suyunu, havasını ve toprağını kirleterek yok olmasına neden olan çevre kirliliği yaratan her türlü tesisi kapatarak ( Nükleer ve termik santraller ile kimyasal atık üreten tesisler), Bu tesisleri bir plan dâhilinde geri kalmış ve kalkınmakta olan başka ülkelere konuşlandırmaya başlamışlardır.
Topraklarını koruyan kanunlar ve teşvik yasaları çıkartarak, tarıma her şeyden çok önem veriyorlar. Dünya ülkeleri bir yandan kendi tohumlarını üretmeye ağırlık verirken, Fransa’da olduğu gibi şekeri dışarıdan daha ucuza alma kolaycılığını seçmek yerine, kendi topraklarında üretilmesi için şeker pancarı gibi ana gıda maddelerine özel destekleme teşvikleri veriyorlar.
Biz ise, bu kirli yatırımları beleş mal bulmuş gibi ülkemize taşıyoruz. Plansız ve yanlış kirli yatırımları en verimli ovalarımıza konuşlandırarak çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği olan tarım alanlarını hızla yok ediyoruz.
Atatürk’ün büyük bir öngörü ile geleceğimiz için önemseyerek başlattığı tarım reformunu sürdüremedik. Toprak ağalarının hegemonyasını kıramadık.
Özellikle köylümüzün kalkınmasında ve eğitilmesinde çok önemli rolü olan Köy Enstitülerini hem de İsmet İnönü’nün, kendi milletvekili olan Eskişehirli bir toprak ağasının baskısına boyun eğmesi sonrası önce yozlaştırdık, sonra da demokrat parti döneminde de kapattık.
Ecevit’in, “Su kullananın, toprak işleyenin” Sloganı ile başlattığı tarım ve toprak reformu da, Ecevit iktidarına son verilerek engellendi.
AKP iktidarı ile başlayan dönemle de, tarım üretimi alanında başta şeker ve sigara fabrikaları olmak üzere, çok sayıda tarım kökenli fabrika ya kapatıldı, ya da özelleştirme adına satılarak yok edildi.
Böylece dünyanın en tanınmış tütünün üretildiği ülkemizde, tütün ekimini sınırlayarak hem çok önemli bir dış geliri yok ettik, hem de tütün köylüsünü toprağından kopartarak göçe zorladık.
Kendi ülkemizde yetişen şeker pancarından ürettiğimiz şekeri pahalıya mal oluyor savı ile şeker pancarı ekimini kısıtladık. Amerika’nın kendi ülkesinde yetişen şeker kamışından şeker üreten Cagrill Firmasının ülkemizde tesis kurmasına izin verdik ve şekeri de ithal eden ülke durumuna düştük.
10-15 yıl önce üretimin fazlalığından silolarımızın almadığı buğdayı, daha ucuza geliyor diye Rusya ve Amerika’dan ithal ederek, köylümüzü küstürdük ve ülkemizi buğday ithal eden ülke durumuna düşürdük.
Tarım alanlarının korunmasında ki en büyük sorun olan, veraset yolu ile tarım arazilerinin paylaşılarak küçülmesi nedeniyle tarım yapılamaz olmasını, yasal bir düzenlemeyle gideremedik. Özellikle de, günümüzde iktidarın sayısal üstünlüğü ile istediği her yasayı bir gece de çıkartılabildiği bir dönem de, bu riskleri ortadan kaldıracak yasaları çıkartmak çabasında olamadık.
Kendi tohumlarımızı koruyacak tedbirleri almak yerine, tarım üreticilerimizi genetiği ile oynanmış ve devamlılığı olmayan tohumları ithale mecbur ederek çok büyük döviz kayıplarını göze aldık. Bu sorunları aşmak adına, üreticimize destek primini çok gördük.
Yanlış ilaçlamaları önleyemediğimiz için topraklarımızın ekolojisini bozduk, verimini düşürdük.
Kendi ülkemizde yetişen ot ve samanı dahi ithale mecbur kaldığımız için hayvancılık tükenme noktasına geldi. Artık büyükbaş hayvanı da ithal eden ülke haline düştük.
En son haber de, bu olumsuzluklara tüy dikecek cinstendir. Son dönemin modası olan ve milli servetin ölü yatırımlarla yok edildiği çılgın inşaat sektörüne, kentlerde ki imarlı alanlar da yetmez oldu.
Bu kez de, Bütünşehir Yasası ile büyükşehirlerin alanına giren köylerin hayvan besi alanlarına göz dikildi. Mera kanununa ait bir yönetmelikte yapılan değişiklik ile köye ait mera alanlarının on yıllık ot tutarını ödeyenlerin, bu alanlarda da inşaat yapabilmesinin önü açıldı.
Bu haber doğruysa ve uygulanacaksa, Türkiye’nin geleceği adına sözün bitiği yerdeyiz demektir.
Eğer bir an önce yanlışlardan dönülmezse, eğitimi çökertilmiş, toprakları tarım yapılamaz hale düşürülmüş, suyu ve çevresi kirletilmiş, ormanları talan edilmiş bir ülkeyi çocuklarımıza bırakacağız.
Böylesine olumsuz bir tabloyu yaratanlar, dünden bugüne ülkeyi yönetenlerdir. Bu ülkeyi yönetenlerin artık şapkalarını önlerine koyarak, “Biz ne yapıyoruz? Bu yanlışları yapmaya hakkımız var mı?” Diye bir özeleştiri yapmalarının ve ülkemizin tek çıkışı olan tarım üretimini yeniden ayağa kaldıracak yasal düzenlemeleri öne almaları kaçınılmaz olmuştur. Tabii, gelecek kuşaklarımız onları biraz olsun ilgilendiriyorsa?
Aksi halde, zaten iyice tartışılır hale gelen ekonomik bağımsızlığımızın sözü dahi edilemeyecektir. Gerçekten de, ülkemizin geleceği adına zor günlerden geçiyoruz.
Geleceğimiz olan çocuklarımızın ve torunlarımızın yarınlarını karartacak bu yanlışların giderileceği ve yeniden üreten bir toplum olacağımız umuduyla, TARIM, TARIM yine TARIM diyor ve güzel bir hafta diliyorum. 15.11.2015
Not: Yarın kutlanacak olan “Öğretmenler Günü” Nedeniyle, bizleri ve çocuklarımızı yetiştiren fedakâr ve cefakâr, elleri öpülecek saygıdeğer tüm öğretmenlerimizi kutluyorum.