Bayram tatilini değerlendirerek kısa bir süre bulunduğum Washington ve çevresi ile ilgili olarak geçen hafta ki köşemde sizlerle paylaştığım izlenimlerin, 2. Bölümünü de bu hafta sizlerle paylaşmayı sürdüreceğim.
Geçen hafta da belirttiğim gibi Washington DC olarak anılan Amerika’nın Başkenti, Maryland ve Virginia eyaletlerinin arasında her iki eyaletten de toprak alarak kurulmuş bir şehir.
Güneyde yer alan Virginia sahillerinden okyanusa dökülen Potamak Nehri, Virginia Eyaletini baştanbaşa geçerek Washington’un içinden Kuzeyde ki Maryland Eyaleti içlerine kadar geliyor. Virginia içerisinde en büyük genişliğe ulaşan Potamak Nehri, çok uzun bir alanı geçerken yer yer de bölge içlerine kadar körfez görüntüsünde girişler yapmış. Ben Türkiye de genişliği bu kadar fazla olan bir nehir görmedim.
Bu nehirden neden bu kadar söz ediyorum onu da anlatayım. Bu Nehir adeta bir boğaz görüntüsündeydi. Yer yer öylesine genişliyor ki, etrafı marina haline getirilmiş.
Marinalarda bu nehirde dolaşabilen, hatta devamında okyanusa açılabilen dev yatlar yer alıyor. Ben bu kadar çok sayıda görkemli yatı bir arada bizim marinalarda dahi az gördüm. Ayrıca bu nehrin etrafında turistik villalar ve konaklama tesisleri yer alıyor. Kendinizi bir deniz sahilinde geziniyor sanıyorsunuz.
Bu nehrin güzelliği kadar, çevresine verdiği zararlar da var. Bizim orada olduğumuz hafta sonu Florida üzerinde oluşan ve her yıl bu mevsimlerde görmeye alıştıkları dev bir hortum olayı yaşandı. Bizim bulunduğumuz Maryland Eyaleti Florida’ya oldukça uzak olduğu için sadece bu hortum etkisinden oluşan kötü hava şartları ve aşırı yağış oldu.
Ancak 2-3 gün sonra gezmek üzere Maryland Eyaleti’nin Başkenti Annapolis’e gittiğimiz de, iki gün önceki hortumun etkilediği okyanusun, Potamak Nehrinin de su seviyesini aşırı yükselttiği için Annapolis’in Potamak Nehri kıyılarında ki caddeler su altında kalmıştı. Bu su baskınları okyanusa yakın yörelerde çok daha etkili oluyormuş.
Ama Annapolis, diğer yörelere göre çok eski olmasa da, biraz daha tarihi binaların yer aldığı bir kent görünümündeydi. Ama tüm bu yöreye hâkim olan imar düzenlemesi burada da göze çarpıyordu.
Birkaç devlet dairesi hariç, hemen hemen iki kattan yüksek hiç bina yoktu. Tüm evler birer villa görüntüsünde ama son derece de mütevazı binalardı. Yine hepsi ormanın içine gömülmüş ve cadde kenarlarına tesbih tanesi gibi dizilmiş, bazıları da 15-20 evlik mahalleler halinde konuşlanmıştı. Gerçekten de burası da, tüm Maryland ve Virginia da gözlemlediğimiz gibi düzenli trafiği ve kent yerleşimi ile yaşayanlarının çok şanslı olduğu bir bölgeydi diyebilirim.
Gerek Başkenti Richmond olan Virginia ve gerekse Maryland çok güzel alışveriş merkezlerinin yer aldığı iki eyalet.
Amerika’nın hükümet merkezi olan Washington da, tüm ülkelerin konsoloslukları bulunuyor ve bunların hemen hepsi de aynı cadde ve yan sokaklarında yer alıyor. Türk Konsolosluğu ve Konsolosluk Evi de bu cadde de yer alıyor. Konsolosluk evinin önünde bir de Atatürk’ün bir boy heykeli yer alıyor.
Heykelden söz edince beni çok şaşırtan bir şeyi daha anlatmak isterim. Washington DC’ de, bir Avrupa kentinde ki sayılarda olmasa da, çok sayıda heykel bulunuyor. Öğrendiğime göre, çok eski tarihi bir geçmişi olmayan Amerika’da ki bu heykellerin çoğu, Amerika’nın kuruluşu sırasında ve sonrasında Amerika adına yararlık gösteren Amerikalı ve ülkelerin insanlarına aitmiş.
Ama beni şaşırtan şey, hemen hemen tamamı bronz olan bu heykellerin çok uzun zamandır temizlenmemesine ve de bakım yapılmamasına bağlı olduğunu sandığım şekilde, yemyeşil olmuş görüntüleriydi. Adeta heykeller yosunlaşmış bir görüntü veriyordu. Böyle bir görüntünün bizim ülkemizde olmaması da, bizim adımıza olumlu bir şey diye düşündüm.
Bu bölgede beni şaşırtan bir başka şeyde, akşam saatlerinde ortaya çıkarak insanların canını yakan küçük sivrisineklerdi. Bu bölgenin geçmişinde çok büyük bir bataklık olmasından mıdır? Yoksa bölgenin ormanlık, yani ağaçlarla kaplı olmasından mıdır? Bilemem, sivrisinekten geçilmiyor. Doğaya zarar vermemek için açık alanlarda ilaçlama da yapılmadığı için, tek çözüm olarak evlerin tüm pencere ve kapıları sineklikle kaplanmış. Ama sivrisinekten rahatsız olanlar için akşam saatlerin de açık hava da dolaşmak büyük sorun.
Dikkatimi çeken bir konuda, çok farklı ülkelerin insanlarının yaşadığı bir ülke olması nedeniyle olacak çok sayıda farklı kiliseler mevcuttu. Ama bunların en görkemlisi ise, Washington’da ki National Cathedral’di.
Washington’da da yaşayan Müslüman ve Türk sayısı oldukça fazla olduğu için tabii ki cami de vardı. Bunlardan en büyüğü konsoloslukların da yer aldığı bölgedeydi. Bahçesinde tüm Müslüman ülkelerin bayraklarının asılı olduğu camiyi gezerek resimledim. Burası daha çok diğer Müslüman ülke vatandaşlarının ibadet ettiği camiymiş. Türklerin yaptırdığı bir cami daha varmış. O cami bize oldukça uzak bir yerde olduğu için ne yazık ki göremedim.
Bu yörenin trafik düzeninden de bahsederek Washington yazımı noktalayayım. İnsana böylesine değer verildiği ve trafikte ana kuralın, insana saygı olduğu bir kentte yaşamak gerçekten büyük bir konfor. Trafik kurallarını ne denetleyen var, ne de uyaran?
Her türlü şartta asıl hedef, yayaya saygı göstermek. Trafik lambalarının olmadığı her yerde, eğer bir yaya karşıya geçmek için duruyorsa gelen her araç durup yayanın geçmesini bekliyor. Ne bir uyarıya, ne de bir işarete ihtiyaç var. Yayaya akıl almaz bir saygı ve öncelik var. Aynı kuralın araçlar arasında da geçerli olduğu görülüyor. Öncelik hakkı kiminse, o geçiyor.
Trafik polisi görmeye imkân yok. Her şey otomatik bir şekilde yürüyor. Tabii bunları görünce, Cumhuriyet Meydanı’nın da ki kavşak aklıma geldi. Eski özel idare binasının önünde ki göbekte bulunan trafik lambalarını hiçe sayan yayalar geldi gözümün önüne. Çünkü bu trafik lambalarında ne yanarsa yansın yayalar her dakika karşıya geçme yarışındadır. Kırmızı yanarken de, yeşil yanarken de yayaların yola atlamasından bunaldığım için, zaman zaman camı açarak, kırmızı da geçen yayalara seslenip, “İzin verirseniz, ara sırada biz geçelim” Diye serzenişte bulunduğumu hatırladım.
Bu arada, bize benzeyen bir yanlışın, burada üstelik kural haline geldiğini görmek de beni biraz olsun rahatlattı. O yanlış da, ana caddelerde zaman zaman araçların “U” Dönüş yapmasıydı. Ama burada ki fark, sürücüler bunu kabullenmiş ve “U” dönüşü yapan araçlara bekleyerek yol veriyorlardı.
Evet! Umarım son iki hafta ki köşemden gezi izlenimleriyle sizleri sıkmamışımdır. Güzel ve sağlıklı bir hafta dileğiyle..