Ülkemiz darbeler döneminde dahi yaşamadığı ölçüde özgürlüklerin kısıtlandığı, basına sansür uygulandığı, yargıya güvenin taban yaptığı bir dönem yaşıyor.
Yaşanan olumsuzluklar bunlarla da sınırlı kalmıyor. Her türlü ön yargıdan uzak ve hiçbir siyasi görüşün yandaşı olmadan vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamakla görevli olan polis teşkilatı da, birçoğunun sorgusuz sualsiz görev yerlerinin değiştirilmesi ve açığa alınması ile kendine derdine düştü.
Bu baskılar sonucun da siyasi iktidarın da yönlendirmesi ile polis, izinli eylemlerde dahi takındığı sert tavırlarla kendi halkıyla karşı karşıya kalarak toplumun emniyet güçlerine olan güveninin ciddi boyutta zedelenmesine neden oldu.
Benzeri atamalar ve görevden almalarla yargı camiası da sindirildi ve uç noktalarda ki yargı mensupları ilgili bakanlığın etkisi altına alındı. Bu da, halkın bir sorun yaşadığında sığınabileceği tek liman olan yargıya olan güvenini de yok etti.
Son 5-6 yıl içerisinde öylesine akıl almaz olaylar yaşandı ki, bunların izlerini silmek kısa sürede mümkün olacağa benzemiyor.
Bilindiği gibi onüç yılı aşkın süredir ülkeyi yöneten siyasi iktidarın verdiği destekle, ülkemizin en önemli kuruluşlarını taraflı yargı ile çökerten ve ülkemizin tüm önemli kuruluşlarını ele geçirerek siyasi iradeyi ele geçirmeyi amaçlayan Cemaat, erken fark edilerek çökertilmişti.
Çökertilen bu cemaat, bugün siyasi iktidarın işlediği iddia edilen her türlü suçun fatura edildiği bir paratoner hale getirildi.
Son derece gergin geçen bir sürecin sonunda 07 Haziran Seçimlerine gidildi. Umutlar, seçim sonrası oluşacak yeni bir hükümetle ortamın rahatlayacağı şeklindeydi.
Ne var ki, 07 Haziran Genel Seçimleri sonrası seçim sonuçlarından memnun kalmayan siyasi iktidar, biraz da Cumhurbaşkanı’nın etkisi ile halkın verdiği oyları hiçe sayarak, ülkeyi yeni bir seçime mecbur etti.
Yenilenecek Genel Seçimlerin 01 Kasım’da yapılmasının belirlenmesi ile birlikte, iktidar partisi bir anda Güneydoğu politikasını değiştiriyor ve iki yıldır PKK ve Öcalan ile sürdürülen “Barış Süreci Görüşmelerini de” sonlandırıyordu.
Siyasi iktidarın bu kararından sonra barış süreci sırasında, “Barış süreci bizim istediğimiz şekilde sonuçlanmazsa, ülkeyi kana bularız” Tehditleri savuran terör örgütü, bir anda güvenlik güçlerimizle Güney Doğu Anadolu Bölgemizin her tarafında silahlı mücadele başlatıyor ve ülkeyi kan gölüne çeviriyordu.
Bu çatışmalarda yüzü aşkın polis ve askerimiz ile çok sayıda sivil vatandaşımız yaşamını yitirirken, Suriye’de de işler iyice karışıyor ve İŞİD Terör Örgütü de kanlı eylemlere başlıyordu. Son olarak terör Ankara’nın göbeğinde yapılacak olan “Barış Mitingin de” Boy gösteriyor ve 102 masum insanımız katledilirken, bir o kadar vatandaşımız da yoğun bakımda yaşam savaşı veriyordu.
Bütün bunların nedeni, yapılan seçimin sonuçlarını kabullenerek toplumu rahatlatacak bir koalisyon hükümeti kurmaktan kaçınan siyasi iktidarın ve onu bu konuda mecbur bırakan daha üst bir irade ile bu sorumluluktan çeşitli bahanelerle kaçınan 2. muhalefet partisidir.
Tüm bu olaylar, bugün Türkiye’yi ciddi endişelerin yaşandığı bir seçim sürecine götürmektedir.
Bir yanda Güneydoğu Anadolu Bölgemizde seçim güvenliğinin nasıl sağlanacağı soruları, diğer yanda demokrasimiz adına bu seçimi son şans olarak gören muhalefet ile varlığını korumayı bu seçimi kazanmaya bağlayan siyasi iktidar ile onun üst karar organının seçim öncesi takındığı ortamı gittikçe geren söylemleri, seçim sonrası oluşacak tablo için toplumu endişelendirmektedir.
- Eğer, Amerika’nın en önemli gazetesi New York Times, “Bu Türkler artık ne yas da, ne de sevinçte dahi birleşemiyor” Diye yazıyorsa,
- Eğer, Başbakan kendi çıkardıkları,” Makul şüpheli yasası” Ortada dururken, kimliği önceden tespit edilen canlı bombalar için “Potansiyel suçluyu, suç işlemeden nasıl tutuklayalım?” Gibi tutarsız sözlerle bir katliamda ki güvenlik yetersizliğine kılıf yaratabiliyorsa,
- Eğer, hemen her gün gelen şehit haberlerinin sayısı artarak devam ediyor ve adeta ölümler kanıksanır hale geliyorsa,
- Eğer, ülkem hakkında Amerika’da dinlediklerimi kendi ülkemde öğrenemeyeceğimiz kadar bilgi kanalları tıkanmışsa,
Bu ülkede, hak, hukuk, özgürlük ve güvenden nasıl söz edilebilir?
Böylesine her konuda güvenin yok edildiği ortamı bu ülkeye yaşatan bir siyasi iktidar, yapılacak seçimde beklendiğinden de yüksek oranda, mesela % 60 oy alsa ne fark edecektir?
Kesinlikle seçimlerde oy kullanacak vatandaşlarımızın oy tercih hakkına saygısızlık etmek amacında eğilim. Ama dün kendi partisine oy veren % 40 veya % 50 oyun dışında kalan diğer yarı kesimi kucaklamak bir yana, dışlayan bir siyasi görüşün bugün daha yüksek oy alsa da, artık bu ülke vatandaşlarının tamamına güven vermesi olası gözükmemektedir.
Bu gerçekten çok üzücü ve korkutucu bir tablodur. Çünkü çağdaş demokrasilerde oy her şey demek değildir. Çağdaş demokrasilerde en az oy oranı kadar önemli olan bir başka şey, uzlaşma kültürünün devreye sokulmasıdır.
Toplumun bir kesimini dışlayarak topluma güven verilemez ve sadece oy gücüne dayanarak bu ülke yönetilemez, yönetilmeye çalışılırsa da ülkede huzur sağlanamaz.
Bölgemizde sıcak savaş tamtamlarının çalmaya başladığı, süper devletlerin Ortadoğu pastasından pay kapma yarışına girdiği bir dönemde, Türkiye’nin her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyacı vardır. Bunun tek çözüm şansı ise, yapılacak olan seçimdir.
On beş gün sonra bunu sağlayacak bir seçim vardır. Bu seçimden çıkacak sonucu, tüm siyasi partilerin ülkemiz çıkarları doğrultusunda doğru okuması ve toplumumuza huzur sağlayacak adımları atması kaçınılmaz olmuştur.
Halkımıza da bu konuda düşen görev, mutlaka sandığa gitmek ve takım tutar gibi oy verme alışkanlığını bir yana iterek, ülkeyi düzlüğe çıkartacak tercihlere yönelmektir.
Umarım kalan son on beş günde olsun, siyasetçilerimiz toplumu gerecek söylem ve eylemlerden uzak dururlar. İktidar da, özgürlüklere getirdiği kısıtlamalara son vererek toplumun doğru bilgilenmesinin önünde ki engelleri kaldırır.
Güzel ve huzurlu bir hafta dileğiyle.
Ecz. SADİ SUBAŞI