07 Haziran da sandık başına giden Türk Halkı büyük bir katılımla oyunu kullanmış ve 13 yıllık tek parti iktidarına, daha açık anlamı ile onüç yıllık tek adam yönetimine dur demiştir.
Onüç yıllık süreçte, ortaya çıkan ve üzeri kapatılan Deniz Feneri ile 17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet olayları, demokrasiyi koruyan kuruluşların birer birer susturulması, yargının ve emniyetin iktidara bağımlı hale getirilmesi, toplumun iktidar partisine olan güvenini önemli ölçüde sarsmıştır.
Onüç yılık iktidarı sırasında AKP’ nin Cemaat ile kol kola Türkiye tarihinin en kapsamlı mahkemelerinde düzmece belgelerle çok sayıda masum insanı mağdur etmesi ve bu mahkemelerde yargılanan insanların yaşadıkları dramatik olaylar, seçim sonuçlarında etken olmuştur.
Seçim sonuçlarında ortaya çıkan tablo, bir koalisyon hükümetinin kurulmasını zorunlu hale getirmişti. Ne var ki, daha seçim sonuçları dahi kesinleşmeden Sayın Bahçeli’nin her türlü koalisyon oluşumunun içerisinde olmayacağını açıklaması, üç muhalefet partisinin içinde olacağı bir hükümetin kurulamayacağını göstermiştir.
Bu arada çıkan sonuçları yorumlayan Sayın Cumhurbaşkanı’ da, erken seçim, hatta daha da ileri giderek tekrar seçim sözünü etmiştir.
Demokratik teamüllere göre yapılması gereken şey, hükümet kurma görevinin en çok oy alan partiden başlayarak sırasıyla diğer muhalefet partilerine verilmesiydi.
*********************************************
Bir koalisyon hükümetinin kurulabilmesi için yasal olarak kırkbeş günlük bir süre vardı ve ilk koalisyon denemesi AKP ile CHP arasında başladı ve otuz günlük sürenin son toplantısına kadar da önemli bir sorun gözükmüyordu.
Fakat Cumhurbaşkanı’nın bir koalisyondan yana olmadığının bilinmesinin, Sayın Davutoğlu’nun üzerinde bir baskı yarattığı da bir gerçekti.
Aslında bu koalisyonun kurulabilmesinin ülkenin rahatlaması kadar, Sayın Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı’nın vesayetinden kurtularak AKP Genel Başkanı olarak rüştünü ispatlayacağı da, kamuoyunda ki yaygın kanıydı.
Ne var ki, Sayın Davutoğlu ile Sayın Kılıçdaroğlu’nun yapacağı son toplantının hemen öncesin de korkulan oluyordu.
Sayın Cumhurbaşkanı Muhtarlara yaptığı konuşmada, koalisyon çalışmalarıyla ilgili olarak, AK Parti ve Başbakan Davutoğlu'nu kast ederek "Kendi ilkeleriyle de karşı düşüncenin örtüşmesi lazım. Herhalde örtüşmüyorsa, intihar edecek hali yoktur" diyerek Sayın Davutoğlu üzerinde ki baskıyı artırıyor ve koalisyondan yana olmadığını bir kez daha hatırlatıyordu.
Otuz günlük bir süreç sonrasında koalisyon gelişmelerinin olumsuz sonuçlandığı açıklanırken, her iki tarafında yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarı ile ortada anlaşmazlık çıkan bir sorun gözükmüyordu.
Anlaşılan işler Sayın Cumhurbaşkanı’nın kurgulamaya çalıştığı gibi yürüyor ve otuz günlük süre boşa harcanmış oluyordu.
İş böyle sonuçlanınca da, yasal sürecin geçiştirilmesi için CHP’ nin kullanıldığı iddiaları ortaya atılıyordu.
Kim ne derse desin bu görüşmenin tarafı olan CHP, ülkenin bir an önce istikrara kavuşması için her türlü kolaylığı göstermiş, böylece hem demokrasi açısından yapılması gerekeni yapmış, hem de koalisyon ortaklığı davetine katılmaması halinde yapılacak olumsuz eleştirilerin de yolunu kapatmıştı.
Davutoğlu için artık yapılacak çok şey kalmamış ve sıra kalan onbeş günün geçirilmesine gelmişti. Bu onbeş günün de harcanabilmesi için MHP’ ne çağrı yapılıyordu.
Bu deneme de başarılı olamazsa, Sayın Cumhurbaşkanı “Ne yapalım kırkbeş günlük yasal sürede hükümet kurulamadığı için seçimler yenilenecektir” Diyerek ülkeyi erken seçime götürecektir.
**********************************
Sonuç olarak söylemek gerekirse Sayın Cumhurbaşkanı, “Başkanlık Sistemini” Gerçekleştirmek için kendi geleceği adına son şans olarak gördüğü erken seçimin yolunu kurguladığı gibi açıyordu.
Bu arada belirtmek gerekir ki, Sayın Cumhurbaşkanı halkoyu ile seçilmiş olmasını gerekçe göstererek, ettiği yemine ve henüz geçerliliğini yitirmemiş Anayasa’nın amir hükümlerine rağmen fiili bir durum yaratmakta ve kendisini ülkenin yönetiminde yek yetkili olarak görmektedir.
Henüz “Başkanlık Sisteminin” yasalaşmadığı bir ortamda dahi, Sayın Cumhurbaşkanı yasal sınırlarını öylesine zorluyor ve fili bir durum yaratarak her konuya öylesine müdahale ediyor ki, ileride oluşabilecek bir Başkanlık yönetiminde nelerin yaşanabileceğinin de ipuçlarını veriyor.
Son yaptığı konuşmada da bu konuda ne kadar ısrarlı olduğunu ve hiçbir yasal engeli tanımayacağını bakın nasıl da açık açık söylüyor;
“Beyler, Türkiye 10 ağustos 2014 de, milletin doğrudan Cumhurbaşkanı seçmesi ile yeni bir yeni döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir Cumhurbaşkanı var. İster kabul edilsin, ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim biçimi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun anayasal olarak kesinleştirilmesidir.”
Kural ve kurumları ile düzgün işleyen demokratik bir ülkede bu olaylar sonrası bir seçime gidilse, seçmen yapılan bu yanlışların ve sorumsuzluğun cezasını sadıkta keser. Ama burası Türkiye ve bu ülkenin demokrasisi, gücü eline geçirenin kuralları ile işliyor.
****************************
Bu sonucun kaybedeni Sayın Davutoğlu olmuştur. Davutoğlu’nun artık görevini eskisi gibi sürdürmesi mümkün değildir. Yasaların verdiği yetkileri kullanmayan veya kullanamayan bir Başbakan’ın boyun eğdiği bir vesayetin güdümü altında Başbakan olarak kabul görme olanağı kalmamıştır.
Çünkü demokrasilerde iki başlı yönetim olamaz, olursa da bu sistem meşru olmaz.
Tek adam yönetimlerinde tek kişinin vereceği kararlar doğru ise işler iyi gider ama verilecek yanlış bir kararın diyetini tüm ülke öder. Şimdi Türkiye bir inatlaşma uğruna böyle bir sistemin getirilebilmesi umuduyla yeni bir seçime götürülmektedir.
Bunun anlamı, seçmenin iki ay önce oyları ile verdikleri karara inanmamaktır.
Türkiye, Güneydoğu Bölgesinden gelecek oylarla kazanılacak bir seçimle, “Başkanlık Sistemini” gerçekleştirmek uğruna iki yıla yakın bir süre, “Çözüm Süreci” ile oyalanırken, terör örgütü PKK’ nın çok daha geniş bir coğrafya da yerleşmesi ve silahlanması görmezden gelinmiştir.
Ama seçmen HDP’ i emanet oylarla TBMM’ ne taşıyarak bu hesabı bozmuştur.
Ancak seçim sonrası HDP’ nin yok sayılması ve koalisyonlar için HDP’ nin devre dışı bırakılması ile PKK güçlenmiş olarak ülkeyi önceden söylediği gibi kan gölüne çevirmiştir.
Şimdi yapılacak yeni bir seçim için bu oyunun tersi oynanmaktadır. Bu defa da Güneydoğudan gelecek oylar yerine, PKK ile mücadeleye ağırlık verilerek MHP oyları kotarılmak istenmektedir.
07 Haziran da seçmenin verdiği mesajın gereklerini yerine getirmeyen siyasetçileri tarih affetmeyecektir.
Kaybedilen zamanın, yetki süresi dolmuş bir hükümetle seçime götürülmenin yarattığı ve yaratacağı olumsuzlukların ülkemize vereceği zararın, geçim derdinde ki bu halka ödetilecek olması insafsızlıktır.
Bu halkın ülkemizin sonu belirsiz bir yönetim biçimine sürüklenmesine onay vermeyeceğini ve 07 Haziran da verdiği mesajın gereğini yerine getirmeyenlere sandıkta en güzel cevabı vereceğine inanıyorum.
Ülkemizin savaş korkusundan uzak, aydınlık günlere kavuşmasını dileğiyle iyi haftalar..