GEREKEN SORULAR..
Osmanlı’nın çöküşü ve topraklarının paylaşılması sonrası bir mucize gerçekleşiyor ve onun küllerinden yüzünü batıya çevirmiş yepyeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğuyordu.
Kurtuluş Savaşını kazanarak bu mucizeyi gerçekleştiren Mustafa Kemal önderliğinde ki irade, bu yeni devleti laik ve çağdaş hukuk eksenine oturtacak reformları birer birer gerçekleştiriyordu.
Laik sistemin yerleştirilmesi ile dinle devlet işleri ayrılıyor ve dinin devlet idaresi üzerinde ki etkisi kaldırılıyordu.
Bu değişimler Türkiye’ de yeni bir sayfa açıyor ve Türkiye batı dünyasının çağdaş yaşam tarzını benimsiyordu. Eğitim seviyesi hızla yükseliyor, başta sanayi ve tarım olmak üzere tüm alanlarda hızlı bir gelişme yaşanıyordu.
Ne var ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün zamansız ölümü sonrası iktidara gelenler bu reformları sürdüremediler, hatta yapılanları dahi koruyamadılar.
Sonra ki yıllarda iktidar olabilmenin için en kolay yolu olarak dini seçen siyasetçiler, dini siyasi geleceklerine alet ederek Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli reformu olan laik düzeni aşındırmaya başladılar.
Atatürk’ten sonra ki yetmiş yıllık süreçte dini siyasete alet eden iktidarların hedefi, seçim kazanma hırsı ile sınırlı kalmış ve laik düzeni değiştirerek Türkiye’yi çağdaş batı dünyasından kopartmak gibi bir amaçları olmamıştır.
Ancak, 2002 den itibaren iktidar olan siyasi irade döneminde laik düzenin korunması konusunda ciddi endişeler yaşanmaya başlamıştır.
Özellikle içerisinde ki laik düzen karşıtı grupların ve cemaatin son derece planlı olarak yürüttükleri uygulamalarla laik düzenin en büyük koruyucusu olan ordunun üst komuta kademesi büyük bir komplo sonrası tutuklanmıştır.
Emniyet bir tarikatın güdümüne girmiş, yargı 2011 Anayasa Referandumu ile siyasi iktidarla bir cemaat arasına sıkıştırılarak bağımsızlığı tartışılır hale getirilmiştir.
Bir mumun sönmesini önleyen dışında ki cam fanustur. Fanusu alınan mum, en ufak esintide sönmeye mahkûmdur. Yukarıda söz ettiğim unsurlarda laik düzenin fanusuydu. Ne yazık ki, bu fanus kırılmış ve laik düzen çatırdamaya başlamıştır.
Gerçek demokrasinin bulunduğu ülkelerde toplumun tümünün her konuda ki özgürlüklerini koruyan kurallar varken, bizde aynı kuralların geçerliğinden söz etmek mümkün değildir.
Aydın bilim adamlarının, yazarların, gazetecilerin ve sanatçıların birbiri ardına tutuklanarak yıllarca cezaevlerinde süründürülmesi de, toplumsal yılgınlığa yol açmıştır.
Siyasi iktidarın önde gelen isimlerinin geriye dönük yıllardır söyledikleri hatırlanırsa, onların yapmak istediklerini yadırgamamak gerekir.
Bu konuda asıl sorgulanması gerekenler, “Daha çok demokrasi ve daha çok özgürlük” İddialarına sarılarak, “Evet ama yetmez diyenler”, çıkarları adına siyasi iradeye kul köle olan gazeteci ve bilim adamı “ Aymaz aydınlar” ile kendilerini “2. Cumhuriyetçi” Olarak tanımlayanlardır.
Sorgulanması gereken bir başka kesim ise, toplum içerisinde çokça bulunan, “Bu ülkeye bir şey olmaz, bu ülke İran olmaz” Gibi varsayımlara kendisini inandıran ve bugün olanlar karşısında suskunluğa gömülenlerdir
Türkiye’de, gündeme taşınan “Yeni Türkiye” Söylemlerinin ardından nelerin geleceği aşağı yukarı belli olmuştur. Bu aşama da bazı sorular cevap beklemektedir.
- Bir ülkenin % 50’ nin, diğer % 50’ nin oyları ile sindirilmesi ve onların eğitim ve sosyal yaşamlarını belirleme hakkının ellerinden alınması, gerçek demokrasi ile yönetilen hangi ülke de vardır?
- 8-10 yaşında bir çocuğun kıyafetini belirleme özgürlüğünden söz edilmesi inandırıcı olabilir mi? Bu konuda söz sahibi olması gereken ailesi dahi, nasıl devre dışı bırakılabilir?
- Bir ailenin çocuğunun eğitim kurumunu seçme hakkı nasıl elinden alınır ve amaçları belli bir eğitim kurumuna göndermeye mecbur edilir?
- Bir yandan Avrupa Birliği’ne girme hedefinden söz edilirken, Avrupa’nın sosyal yaşam şartlarından hızla uzaklaşarak, Arap ülkelerinin yaşam koşullarına özenen bir çelişki nasıl açıklanabilir?
- Mevcut Anayasa’da olmayan Başkanlık Sisteminin, mevcut yasalar hiçe sayılarak başkanlık sisteminin bulunduğu hiçbir ülkede görülmedik bir şekilde her konuda tek karar vericinin olduğu “Tek Adam” Yönetiminin uygulamaya konulması, demokrasi ile bağdaşabilir mi?
- “İstikrar bozulmamalıdır” Söyleminin son seçim dönemlerinin en büyük propaganda aracı olarak kullanıldığı bir ülkede, TÜİK tarafından açıklanan enflasyon oranlarıyla uyuşmayan fiyat artışları, nasıl açıklanacaktır?
- Fakir-zengin arasında ki uçurumun hızla büyümesi, toplumun çok büyük bir kesiminin işsizliğe mahkûm edilerek kömür ve yiyecek paketleri ile yaşamaya mecbur bırakılması, köylünün tarımdan kopartılması ile toplumsal tembelliğin oluşacağı gerçeği nasıl göz ardı edilebilir?
- İthalat-İhracat farkının ithalat adına büyüdüğü ve dış borcun tüm dönemlerde ki dış borcu ikiye, üçe katladığı bir ülkede istikrardan nasıl söz edilir?
- İktidara biat etmiş işadamlarının sahip olduğu yazılı ve görsel basının sustuğu ve iktidarı eleştiren yazar ve program sunucularının işinden atıldığı bir ülkede, olmayan şeylerin var olduğuna toplumu inandırmak, istikrarın olduğunu kanıtlar mı?
Demokrasi kurallarının sağlıklı işleyebilmesi, ancak
“Eğitimli toplumlar için geçerlidir” Kuralı, ülkemizde ki demokrasiyi çok güzel anlatmaktadır.
Toplumun çok büyük bir kısmının ülkemizde olup biten hiçbir şeyle ilgilenmediği bir ülkede yaşıyoruz.
Dış siyasette de tüm zamanların en karmaşık dönemine girmiş bulunuyoruz. Neredeyse tüm komşu ülkelerle ilişkilerimiz bozulmuş ve çözüm süreciyle Güney Doğu Bölgemize huzur getirilmesi çalışmaları sürdürülürken, bölgeyi sömüren güçlerin yarattığı şeriat devleti kurma iddiasında ki “İşid” bahane edilerek Suriye, Irak, Türkiye üçgenin de federal bir Kürt Devleti’nin kurulması, tamamlanma aşamasına gelmiş bulunuyor.
Düne kadar Suriye’de ki Esat rejimini yıkmak için Türkiye’nin eli kanlı terör örgütü “İŞİD’E” destek verdiği tüm dünya tarafından vurgulanırken, şimdi İŞİD’ e havadan müdahale yetmez, kara harekâtı gerekir deme noktasına getirilmiş bir Türkiye ile karşı karşıyayız..
Yapılacak kara harekâtında ön saflarda olması istenen ülke kim? Tabii ki Türkiye. Bunun anlamı, askerlerimizin şehit haberlerini sıkça duymamız demek. Ama kimin umurunda?
Gelinen nokta da, pembe tablolar çizilen ülkemiz hem ekonomik, hem de iç ve dış güvenlik sorunları çok ciddi ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Ne yazık ki, toplumun büyük bir kesiminde yaşanan vurdumduymazlık havası, ülkemizde ki olabilecekler için son derece düşündürücüdür.
Umarım benim gibi düşünenler yanılır ve yarınlarımız çok daha güzel olur. Ama bu ülkenin bir insanı olarak bunları yazmamın da bir vatandaşlık görevi olduğuna inanıyorum
Haftanızın güzel geçmesi dileğiyle..