Türkiye çok insanın anlayamadığı ve algılayamadığı bir süreçten geçiyor. Toplumun benimsediği yaşam biçimi yavaş yavaş değiştirilmeye çalışılıyor.
Değişim sadece parasal alanda değil, sosyo-kültürel anlamda da hızlı bir şekilde kendini gösteriyor.
Ekonomik alanda sermaye el değiştiriyor. Eski zenginlerin yerini bu dönemin yeni zenginleri alırken, yeni düzene ayak uyduran zenginler büyümeyi sürdürüyor. Yeni düzen değişimine direnen eski zenginlerin ise yıldızları sönüyor.
Aslında toplumun büyük çoğunluğu için parasal anlamda bir değişim ve kazanım yok. Toplumun büyük bir kısmı yine yoksulluk sınırında yaşamını zar, zor sürdürmeye çalışıyor.
Sosyo-kültürel anlamda ki değişimin izleri ise çok daha derin. Çağdaş yaşama yönelik kültürel değerlerde ki erime hızlanırken, yaşam biçiminde dinsel öğeler ağırlık kazanıyor.
Bir ülkenin yerleşmiş ve toplumun büyük bir kısmı tarafından benimsenmiş sistemini değiştirmek kolay değildir.
Bir şeyin yenisini kabul ettirebilmenin ilk şartı mevcut sistemin kötü olduğuna toplumu inandırmaktır. Bunun da yolu, mevcut sistemi kötülemekten, kötü yönlerini sürekli gündemde tutmaktan, kısacası mevcudu yıpratmaktan geçer.
*********************
Şimdi biraz da gerilere giderek günümüze kadar geçen süreci hatırlayalım.
1.Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış, son vatan toprağı Anadolu’nun büyük bir kısmı işgal edilmiş ve Anadolu adeta sömürgeci devletler tarafından paylaşılmıştır.
Böylesine kötü ve umutsuz bir ortamda ortaya çıkan dava adamı Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının öncülüğünde başlayan direniş kazanılan Kurtuluş Savaşı ile sonlanıyordu.
Son vatan toprağı Anadolu’da yeni bir düzen kuruluyor, Padişahlık yerini Cumhuriyete bırakırken, Hilafet de kaldırılıyordu.
1923 de Laik ve Çağdaş Hukuk Devleti temeline dayalı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti kısa sürede çok önemli devrimleri gerçekleştirerek Türkiye’nin yüzünü çağdaş dünyaya çeviriyordu.
Toplu iğne dahi yapamayan ülke hızla sanayileşiyor, tarım alanımda çok önemli gelişmeler yaşanıyordu. Neredeyse %90 ı okuma, yazma bilmeyen toplum eğitim alanında da çok ciddi değişimler yaşanıyordu. Kültürel değerler öne çıkıyor, kültür ve sanat önem kazanıyordu.
******************************
Bugün bir kesimin hedefi haline gelen ve tek adam, tek parti dönemi olarak eleştirilerek neredeyse suçlu ilan edilen Cumhuriyet dönemi dikkatlice incelenmelidir.
İncelendiğinde görülecektir ki, varını yoğunu kaybetmek pahasına büyük bir savaştan zaferle çıkmış, kısa sürede onlarca devrimi gerçekleştirmiş, Avrupa’yı yakan 2. Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başarmış bir Cumhuriyet Dönemi ve bir toplumun ayağa kaldırılışı görülecektir.
Ne var ki, aradan geçen 89 yıla rağmen hala Osmanlı özlemini içinde taşıyan bir kesim var. Günümüzde bu özlemin çeşitli söylemlerle gündeme taşındığı görülüyor.
Eskiye dönüş veya mevcut sistemin yerine bir yenisini monte etmek için mevcut sistemin, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ve onun kazandırdıklarının aşındırılması gerekiyordu. Bugün yapılan da budur.
Uzunca bir süredir bu ülkeyi bugünkü güçlü ve saygın hale getiren Cumhuriyet hedef haline getirilmiştir. Önce Cumhuriyet numaralandırılarak 2. Cumhuriyet döneminden söz edilmeye başlandı. Amaç, 1. Cumhuriyet Dönemi dedikleri laik, çağdaş hukuk ilkeleri üzerine kurulmuş Cumhuriyeti gözden düşürmekti.
Kabul etmek gerekir ki, bugün siyasi iktidarın sahip olduğu sayısal üstünlük ve gerektiğinde TBMM’ i de devre dışı bırakarak hükümet kararnameleri ile kanun çıkarma anlayışı, iktidara bu değişimleri yapabilme şansı vermektedir.
İktidarın bu konuda ki en büyük dayanağı, arkasında ki % 50 oy desteğidir. Ancak, iktidara destek veren % 50 oy sahiplerinin tamamının, kayıtsız şartsız iktidarın her yapacağına destek vermesini beklemek büyük yanılgı olur.
Çünkü Türk toplumu çağdaş yaşamı benimsemiştir. Bu yaşam biçiminden de demokratik kurallar içersinde ödün vermesi beklenmemelidir.
Demokratik kuralların dışına çıkılarak yapılacak zorlamalar ise ancak dikta rejimlerinde olabilir.
Türkiye tek parti iktidarlarını geçmişte de yaşamıştır. Üzülerek söylemek gerekirse, biz ülke olarak tek partili iktidarları doğru işletemiyoruz. Gücü elimize geçirince önemli uygulamalar öncesi toplumsal uzlaşı sağlama gerekliliğini rafa kaldırabiliyoruz.
Çok partili demokrasiye geçilmesi sonrası yapılan 1950 genel seçimlerinde tek başına gelen Menderes İktidarı, bu yanlışı yapmış ve karmaşa ortamının yaşanmasına zemin hazırlamıştır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, bu ülke insanının dayatmaların olmadığı eşit koşullarda yaşamak ve kendisini yönetmek için seçtiği iktidarlardan da bunu sağlamasını beklemek en doğal hakkıdır.
Yazımı Yunus Emre’nin ibret dolu şu dizeleri ile bitiriyorum. Bakın, Yunus Emre ne de güzel anlatmış;
Kimler geldi, kimler geçti dünyadan,
Gözü arkada kalmayanı görmedim.
Dile kolay, kırk yıl geçti aradan,
Can evinden şükredeni görmedim.
Gece demez, gündüz demez çalışır.
Gün gelir, çoluk çocuğa karışır.
Mal yığmada birbiriyle yarışır.
Mezarına götüreni görmedim.
Keyif çatıp, sefa sürmek tüm çaba,
Vuslat Günü hiç katılmaz hesaba.
Fakir kimdir, zekât nedir acaba?
Cevap verip yaşayanı görmedim.
Yunus Emre