MÜLTECİLER SORUNU;
ABD’nin, Ortadoğu ülkelerinde ki çıkarlarını sağlama almak için uygulamaya koyduğu Büyük Orta Doğu Projesinde sıra en uzun sınır komşumuz olan Suriye’nin parçalanmasına gelince, Rusya’nın da devreye girmesi ile işler karışmıştı.
Bu karmaşa da Suriye’de çıkan iç savaş sonrası, bana göre bir proje dâhilin de ülkemize göçe zorlanan sayısı tam bilinmeyen ama daha sonra Afganistan’dan da gelenlerle 7-8 milyona ulaştığı söylenen mülteciler, ülkemizin geleceği açısından çok büyük sorun yaratmaya başlamıştır.
Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Suriyelilerin doğurganlık oranının Türklere göre beş kat fazla olması, bunun da bir proje desteği ile yürütüldüğü endişelerini artırmaktadır.
Bu konuları işlediğim her köşe yazımda vurguladığım gibi tüm Avrupa, Anadolu’ya girdikleri 1071’den beri Türkleri Orta Asya’ya geri gönderme çabasında olmuştur.
Haçlı seferleri ile başaramadıklarını 1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı’ya imzalattıkları “SEVR” Antlaşması ile başardıklarını sanmışlardı.
Ancak,Mustafa Kemal adında ki genç bir Osmanlı subayının başlattığı Kurtuluş Savaşı’nı zaferle noktalayıp, “SEVR’İ”yırtıp attıktan sonra 1. Dünya Savaşı’nı kazanan Avrupa Devletlerini“LOZAN” Antlaşmasını imzalamak zorunda bırakırken, yüzlerce yıldır süren özlemlerini de kursaklarında bırakmıştı.
O gün,“LOZAN’I” imzalamak zorunda kalan bir Avrupa delegesi, “bugün size verdiklerimizi cebimize koyuyoruz. Zamanı gelince bunları birer birer önünüze koyacağız” Dememiş miydi?
Sanıyorum, Suriye’nin karışması ile bu fırsat ellerine geçmiş olacak ki, Türkiye’ye adeta göçe zorlanan Suriyeli ve Afgan göçmenlerle bu projeyi uygulamaya koyuyorlar.
Tehlike giderek büyümektedir. On yıl sonra bu doğurganlık ortalaması ile mültecilerin nüfusu 15 milyonları bulursa, buna ayrımcılık yanlısı olan Kürt nüfusu da eklediğimizde, karşımıza AB’ nin de desteği ile bir referandum dayatması ile çıkmayacaklarını kim garanti edebilir?
Ülkemizin birlikteliğinin garantisi olan Üniter Devlet yapımız, bu demografik değişimle çok ciddi bir şekilde sorgulanır hale gelecektir.
Şu andaülkemizin acil çözüm bekleyen en büyük sorunlarından birincisi, budur.
Ülkemizi yöneten ve yarınlarında yönetmeye talip olacak tüm siyasi partilerin gündemindeolması gereken en önemli şey, bu sorunu nasıl çözeceklerine dair projelerini halkımızla paylaşmaları ve bu konuda halkımıza güvence vermeleri olmalıdır.
Ülkemizde ki sığınmacıların yaratacağı sorunları hiç kimse hafife almamalı ve yüzbinlerce şehit kanı ile kurtarılmış bu vatanın, geleceğini karartacak uygulamalara göz yumulmamalıdır.
*****************************
TARİKATLAR SORUNU;
Resmi kayıtlara göre, ülkemizin % 98’ nin Müslüman olduğu bilinmektedir. İslam’ın kuralları Kur’an da belirlenmiş ve son Peygamberimiz olan Hazreti Muhammet tarafından da tebliğ edilmiştir.
Dinimizin kurallarının tek ve tartışılmaz olduğu bir ortamda, kendi anlayış ve yorumlarına göre dinimizi öğretmek adına onlarca tarikatın kurulması ve giderek sayılarının çoğalması, nasıl açıklanabilir?
Amaç Kur’an’ı öğretmek olsaydı, bu kadar çok sayıda ve farklı yapıda tarikat kurulmasına gerek olmaz ve bu amaçla kurulmuş bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanete bağlı kuruluşlar bunu rahatça yapabilirdi.
Kur’an’da yer alan öğretilerin, her tarikat tarafından farklı yorumlanması kabul edilebilir bir şey değildir.Eğer tarikatların amacı yazılı Kur’an’ı olduğu gibi anlatmak amaçlı olsaydı, tek bir tarikat olur ve bu tarikat şubeleri ile bu görevi yapardı.
Bu tarikatların kendi görüşleri doğrultusunda biat kültürü ile donatılmış bir nesil oluşturmak için dinimizi kullanmadıklarını ve bu yolla hem ticari kazanım sağlamak, hem de siyasette etkin olmak amacıyla çalışmadıklarını kim söyleyebilir?
Bu konu, ülkemizin geleceği adına mutlaka sorgulanmalıdır. Örneğin, Müslümanlığın çıktığıve Kur’an’ın indiği Arabistan’da neden onlarca tarikat yoktur?
Arabistan, Vahabi Mezhebine mensup Suud Ailesi tarafından krallıkla yönetilmektedir. İran ise, Şii Mezhebinin hâkim olduğu Mollalar tarafından yönetilir. Bu iki ülkede de tarikatlar İslam düşmanlığı olarak kabul edilir ve tarikatların kurulmasına da izin verilmez.
Ülkemizde ki bu tarikatların yurtlarında ve çoğu kaçak çalıştığı bilinen Kur’an Kurslarında yaşanan yangınlar, tecavüzler, cinayet ve son olarak dayapılan baskılar sonucu bir üniversite öğrencisinin intihar olayı, artık tarikatların ciddi bir şekilde mercek altına alınması gereğini ortaya koymuştur.
Ülkemizde İslam’ın siyasallaştırılması ve dini baskıların giderek artması, başta Avrupa olmak üzere dünya ülkelerinin ülkemize karşı olan olumsuz bakışını artırmaktadır.
SONUÇ:
Ülkemizde, bir yandan siyasi irade yetkililerinin muhaliflerini hakaretlerle aşağılaması ve çok sayıda gazeteci ve vatandaşı söylemleri nedeniyle mahkeme köşelerinde süründürmesi, siyasi ortamı giderek daha da germeye başlamıştır.
Diğer yandan iktidardan yana olduğu anlaşılan ve kendisini sivil toplum kuruluşu olarak tanımlayan bazı gurupların, kendileri gibi düşünmeyenlere karşı hakaret ve tehdit içeren açıklamaları, toplumda oluşan korkuyu artırırken, zaten azalmış olan can güvenliğini de tehdit etmeye başlamıştır.
Siyasi gerilim sürerken yukarıda anlattığım nedenlerle ülkemizde yarattıkları beka sorunu yanında, işsizliğin çok yüksek olduğu bir dönemde sigortasız ve ucuz ücretlerle çalışarak, kendi insanlarımızın olası iş kapılarını da kapatan mülteci sorunu da, toplumsal huzurumuzu bozmayı sürdürmektedir.
Toplumda korku yaratan siyasi baskılar, camilerin dahi siyasi mesaj ve tehdit amacı için kullanılır hale getirilmesine son verilerek, toplumun tüm kesimleri ile barışık bir ortam sağlanması,ülkemizde ki huzur için kaçınılamaz hale gelmiştir.
Tüm siyasi partiler ve liderleri bir araya gelerek bir uzlaşı ortamı yaratılmalı ve ülkemiz için çok gerekli olan demokratik düzenin ön şartları olan,güven ve adil yargı koşullarının sağlanması,toplumun en büyük beklentisi haline gelmiştir.
Toplum olarak hak ettiğimiz tüm beklentilerin karşılandığı günlere ulaşmak dileğiyle, sağlık sorunları yaşamayacağımız bir hafta dilerim. 24.01.2022