Bayramlar bir ülkenin kültürünün de göstergesidir. Toplumlar kuşaklar boyu gelen geleneklerini sürdürülebiliyorsa, o toplumun gelecek endişesi olamaz. Çünkü toplumları bir arada tutan ve barışık yaşamasını sağlayan en önemli şeydir gelenekleri.
Türk toplumunun da geçmişten gelen çok güzel gelenekleri vardı. Ne var ki, son yıllarda ki yaşam şartlarının ağırlaşması ile sosyal yaşam tarzında ki değişim ve köylümüzün üretimden kopartılması ile köylerin boşalması sonucu yanlış kentleşmenin de etkisi ile başlayan yozlaşma dostluk, hatta akrabalık ilişkilerini dahi zayıflattı. Geleneklerin en güzel yaşandığı günler bayram günleriydi. Ne güzeldi o eskinin bayram günleri ve bayramlarda yaşananlar. O günlerin güzel geleneklerini görmüş ve yaşamış olan bizim kuşak, yukarıda anlattığım sosyal yaşamda ki değişim nedeniyle, bu güzel güzellikleri çocuklarımıza yeterince yansıtamadı.
İşin daha da acısı öyle bir ortama girdik ki, geleneklere bağlılık neredeyse tutuculuk ve çağdışı olmak suçlamalarının hedefi olmaya başladı.
Şimdi bunları bir yana bırakarak, bizim kuşağın çocukluğumuzda yaşadığı bayram geleneklerimizi ve o günlerin güzelliklerini hatırlayalım istiyorum.
Öncelikle dini bayramlarımızda ki güzelliklerden söz etmek istiyorum.
Bayramlar yaklaştıkça bayram heyecanı herkesi sarardı. Özellikle çocuklar için bayramlar iple çekilirdi. Eskiden öyle bayram ve okul zamanları dışında çocuklara olur olmaz ayakkabı veya giyecek alınmazdı. O nedenle bayramlar çocuklar için yeni alınacak bir ayakkabı veya giyecek giysi heyecanı demekti.
O dönemlerde bu günkü gibi kimsenin ikişer üçer ayakkabısı veya kazağı olmazdı. O dönemlerin çok çocuğu, yeni alınan ayakkabısı ile yatağa girmiştir.
Aileler şimdi ki gibi parçalanmamış ve aile fertleri değişik illerde yaşamlarını sürdürmüyordu. Ailenin tüm fertleri bayramlarda bir araya gelirdi. Mezarlık ziyaretleri yapılır ve vefat etmiş aile fertleri dualarla anılırdı.
Çocuklar babası veya dedesi ile bayram namazına giderdi. Evin hanımı onları namaza bayram için yapılmış tatlıdan bir dilim yedirerek yolcu ederdi. Bunun anlamı, ağız tadıyla bir bayram geçiilrmesi dileğiydi. Namaz sonrası aile genişse, en büyüğün evinde toplanır ve bayramlaşma töreni başlardı.
Aile büyüklerinin elleri öpülür ve çocukların ceplerine bayram harçlıkları konurdu. O gün yemekler birlikte yenir, sohbet edilir, geçmiş anıları tazelenir ve böylece aile bağları daha da güçlenirdi.
O dönemlerde bu günkü gibi eğlence yerleri yaygın ve sürekli değildi. Sadece bayramlarda lunapark kurulur, ip cambazları ve gezici tiyatro ile hokkabazlar gelirdi. Harçlığı cebine koyan çocuklar için buralara gidip eğlenmek, bayramlara özgü bir eğlenceydi. Onun için çocuklar bayramları özlemle beklerdi.
Kurban bayramlarında ise, bu bayrama özgü farklıklar yaşanırdı. Gelin bu bayramlarda yaşananları da benim bayram yaşantımdan kesitler sunarak anımsayalım. Biliyorum ki, anlatacaklarım o dönemin tüm aileleri için de geçerliydi.
Biz öyle geniş bir aile değildik. Babamlar üç kardeşti ve en büyükleri de babamdı. Babalarını, yani dedemi gittiği Yemen Savaşında şehit olarak geri dönememesi sonucu çok küçük yaşta kaybetmişlerdi.
Çok genç yaşta dul kalan babaannem de çok zor şartlarda ve yokluk içerisinde onları büyütmüş, babam ve ortanca amcam ilkokuldan sonra dayılarının atölyesinde çalışarak küçük kardeşlerini okutmuşlardı.
Belki de çocukluklarında yaşadıkları onları birbirine kenetlemişti. Bir dizi savaştan çıkmış o dönemin aile fertlerinin hemen hepsinin buna benzer bir hikâyesi vardır.
Biz üç kardeştik. Ortanca amcamın beş, küçük amcamın da iki çocuğu vardı. Aralarında ki bu tutkunluk sonucu bayram kutlamaları sırayla birisinin evinde toplanarak yapılırdı.
Babam Samsun’da, ortanca amcam Havza’da, ziraat mühendisi olan küçük amcam Amasya’da yaşıyordu. Her ikisinin de büyükleri olarak babama büyük saygısı vardı.
Üç aile bir bayramda Samsun’da ise, mutlaka bir sonra ki Havza’da, diğeri de Amasya’da olurdu. Bu birliktelik biz çocukları için biraya gelmek demekti. O nedenle biz kuzenler bayramları özlemle beklerdik.
Zaten de kardeş gibi büyüdük. Üniversite eğitimi sırasında da hep birlikte oturduk. Aramızda ki bu kardeş ilişkisi hala aynı samimiyet ve yakınlıkla sürüyor.
Eğer bayram kurban bayramı ise, sıra kimdeyse onun oturduğu yerde kurban müşterek alınan bir boğa olurdu. Toplu gidilen bayram namazından geldikten sonra bahçede kurbanı üç kardeş birlikte kendileri keserlerdi. Büyüyünce bizlerde onlara yardım etmeye başlamıştık.
Kurban kesilir ve ilk olarak ciğeri çıkartılarak yukarıya gönderilir ve üç elti ciğeri temizler ve dilimleyerek kızartmaya hazır hale getirirdi. Bazı evlerde ise ciğer yerine kurban etinden kavurma yapılır ve o yenirdi. Kurban etinden aile fertlerinin birer parça yemesi ve diğer etlerin fakir ve dağıtılması kuraldı. Kurban kesim işi bitince hep birlikte kızartılan ciğer eşliğinde kahvaltı yapılır, sonrasında da aile içi bayramlaşmaya geçilirdi.
İlerleyen yıllar bizleri de Türkiye’nin Samsun, İstanbul ve Sakarya illerine dağıttı. Biz on kuzen uzak illerde yaşıyor olmamız nedeniyle bayramlarda olmasa dahi, yıllarca bu dostluğu ve kardeşliği özellikle yaz aylarında birlikte tatile giderek sürdürdük.
Eşlerimiz ve çocuklarımızın da katılımıyla genişleyen bu birlikteliği ne yazık ki, yukarıda anlattığım yaşam şartlarının ağırlaşması ve başka kentlerde, hatta yabancı ülkelerde yaşıyor olmaları sonucu çocuklarımız tarafından yeterince sürdürülemedi. Kısacası bizlerde günün değişen şartlarına yenilmiştik.
Artık bayramlar, ekonomik durumu iyi olan aileler için tatil beldelerine kaçma fırsatı olarak değerlendirilir oldu. Ama her şeye rağmen hala çoğu ailede hiç olmazsa çocuklar ve torunların katılımı ile çekirdek aile bayramlaşması sürüyor.
Güzel bir geleneğimizde milli bayram kutlamalarında yaşadığımız heyecandı. Bunu da bir milli bayram gününde sizlerle paylaşmak üzere, tüm sevdiklerime ve sevenlerime sevdikleri ile nice güzel bayramlar yaşamasını diliyorum.
İyi haftalar..