20. yüzyılın son yarısında önem kazanmaya başlayan sivil toplum kuruluşları (STK’lar), 21. Yüzyıl demokrasilerinin vaz geçilmez toplum dinamikleri haline gelmiştir.
Ancak STK’ların başarılı olmasının ön şartı, toplumun demokrasiyi içine sindirmiş olması ve yönetenlerin paylaşma kültürüne sahip olması ile yakından ilişkilidir.
STK’lar kuruluş amaç ve yasaları doğrultusunda değişik isimlerle anılırlar. Bir kısmı özel yasaları olan ve meslek gruplarının temsilciğini yapan “Meslek Odaları”, bir kısmı vakıflar kanuna göre kurulmuş “Vakıflar”, bir kısmı işçi haklarını savunan “Sendikalar” ve büyük bir kesimi ise, dernekler kanununa göre kurulmuş “Derneklerdir.”
Hangi türden olursa olsun, bu kuruluşlar üyelerine hizmet vermelerinin yanında, toplumun ortak çıkarlarını da gözetmek zorundadırlar. Daha açık bir ifade ile de kent ve ülke yönetimleri karşısında halk adına denetim yapacak sivil toplum dinamiklerini oluştururlar.
STK’ların bir siyasi görüşün tarafı olması kabul edilemez. Çünkü siyasallaşan STK’ların yöneticileri temsil ettikleri toplumun değişik siyasi görüşlere sahip üyelerinin güvenini yitirir ve onların tepkisini göğüslemek zorunda kalırlar. Daha da önemlisi halk adına siyasi iradelerin karşısına sivil toplum dinamiği olarak çıkma şansını kaybederler. Zaten bu anlayışın çağdaş demokrasilerde de yeri yoktur.
STK’ların başarılı olması, işlevlerini temsil ettikleri toplulukların hak ve hukuklarını korurken tarafsız kalmalarına ve yasaları ile tüzüklerinde belirtilen görevleri çerçevesinde çalışmalarına bağlıdır.
Bu ilkelerin altını çizdikten sonra günümüzde STK’ların ne kadar kurallara uyduklarına bakarsak, çok çarpıcı yanlışlara imza atıldığını görürüz.
Bu konuda yapılan en büyük yanlışın, bazı iş çevrelerini temsil etmek üzere kurulan bazı dernekler de görüyoruz. Özellikle de işleri gereği siyasi iradelerle sürekli işi olan bu tür derneklerin, siyasi iradenin desteğinin de ötesine geçerek siyasi iradelerin arka bahçesi haline gelmiş olmaları kabul edilemeyecek bir yanlıştır.
Bu desteği verenler, farkında olmadan siyasi iradenin de bu desteğe bağımlı hale gelmesine neden olmaktadırlar. Bu nedenle, yerel veya genel siyasi iradelerin hatalarını söyleyen STK’lar, bir anda siyasi yönetimlerin tepkisiyle, hatta bunların yöneticileri ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Bu ayrıcalığa neden olmaya hiçbir STK’nın hakkı yoktur. Bu tür STK yöneticileri, yerel veya genel yönetim erklerinin değişmesi halinde devre dışı kalacakları için aslında kendi üyelerine de büyük bir yanlış yapmaktadırlar.
Bunun günümüzde yaşanan öylesine çok örneği vardır ki, 17 Aralık 2013 tarihinde ortaya çıkan “Rüşvet ve yolsuzluk olayına” Kadar birbirini destekleyen iktidar yanlısı bir Cemaatin güdümünde olan bazı STK’lar, bu olay sonrası ikilinin ilişkilerinin bozulması ile açığa düşerek işlevsiz hale gelmişlerdir.
Siyasetin hangi tarafının arka bahçe haline gelmiş olursa olsun, bu STK’lar eğer toplumun büyük kesimlerini temsil ediyorlarsa yaratacakları yıkım çok daha büyük olmaktadır. Çünkü bu etki karşı tepkiyi yarattığı için temsil ettikleri toplum katmanını bölmekte ve aynı kesimden karşıt STK’ların kurulmasına zemin hazırlamaktalar.
Çok daha önemlisi, siyasi yönetimlerin değişmesi ile birlikte üyelerinin haklarına sahip çıkamayacak durumlara düşmektedirler.
Bu yanlışın en çok görüldüğü STK’lardan birisi de çalışanların haklarını korumak için kurulmuş olan sendikalardır. Üzülerek söylemek gerekirse, bu dönemde bunun acısını çekenler işçiler ve memurlar olmuştur.
Siyasi iradeden yana olan sendikalar kazandığı konum ile çalışanların büyük bir kısmını kendi sendikasına kaydırarak hızla büyümüştür.
Ne var ki, haklarının korunması gereken işçi ve memurun maaş ve asgari ücretlerini tespit edecek siyasi iktidardır ve onunla görüşmeye oturan arka bahçe konumunda ki sendikanın ise, artık çalışanların haklarına savunacak gücü kalmamıştır.
Bir diğer büyük yanlışı da kentleri ve ilçeleri temsil için kurulmuş dernekler yapmaktadır. Bu dernekler, yaşadıkları yörenin halkının yaşam koşullarını yükseltmek ve dayanışmasını güçlendirmek amaçları ile kurulmuştur.
Bu derneklerin yönetimlerinin bir kısmı, yörelerine siyasi iktidarlardan daha çok destek sağlamak, bir kısmı da kendilerine siyasi bir gelecek sağlamak üzere siyasi iktidarların yandaşı haline gelmişlerdir.
Bunun çok somut bir örneğini Samsun adına yaşamamız hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Uzunca bir süredir İstanbul’un çeşitli ilçe ve semtlerinde çeşitli isimlerle kurulmuş olan Samsun Dernekleri bir çatı altında toplanarak Samsun’un tanıtımı için projeler üretmeye başlamışlardır.
Ne var ki, bu kuruluşun yöneticilerinin olmazsa olmaz kuralları dikkate almaması sonucu, yaşananlar en önce onları rahatsız etmiştir. Nitekim Feshane’de kısa süre önce yapılan “8. Samsun Günleri Festivali’ne” Bakan ve milletvekilleri ile Samsun Valisi ve Büyükşehir Belediye Başkanı’nın katılmaması düşündürücüdür. Kaldı ki, bu festival yıllarca siyasi iktidarın, hatta o dönemin Başbakanı’nın da katılımı ile yapılmıştı.
Samsunluları üzecek bir başka yanlış ise, Samsunlu onlarca sanatçı varken sahneye Samsunlu olmayan bir halk müziği sanatçısının çıkartılması ve onu görmeye gelen sarıklı müritlerin sahneye çıkartıldığı sahnelerdir. Bu yanlışa zemin hazırlayanların en azından Samsun halkına özür borcu vardır.
Artık herkes şapkasını önüne koyup özeleştirisini yapmak zorundadır. Çünkü sivil toplum kuruluşu yöneticiliği çok önemli ve bir o kadar da sorumluluk isteyen bir görevdir.
Hangi türde bir STK olursa olsun, bunlarda görev alacak olanların cesur ve gerektiğin de üyelerinin ve toplumun ortak çıkarlarına sahip çıkabilecek tarafsız bir kimliğe sahip olması gereklidir.
Çok önemli bir özellik de, STK’lar da görev alacakların siyasi iktidarlarla ve yerel yönetimlerle iş ilişkilerinin olmamasının gerekliliğidir.
Hiç kimse kusura bakmasın, bu sorumlulukları yerine getiremeyenlerden sivil toplum yöneticisi ve lideri olamaz.
STK’lara bu eleştirileri yaparken çok önemli bir yanlışında altını çizmek gerekir. Sivil Toplum Kuruluşları, siyasi genel ve yerel yönetimlerin onları yandaş haline getirme çabası yerine, bilgi alabileceği ve bilgi paylaşımında bulunabileceği sivil toplumun dinamikleri olarak kabul etmesi ile de yakından ilgilidir.
STK’ların güçlü ve tarafsız görev yapabilmesi, ülkenin tüm yönetim birimleri için kazançtır.
Her türlü düşünceye açık, paylaşma kültüründen nasibini almış yöneticilerin ve başlarında oldukları STK’ları kişisel çıkarları için kullanmayan sivil toplum liderlerin sayısının çoğaldığını görmek dileğiyle, iyi haftalar.