Tarım alanları olmayan ülkelerin en önemli sorunu, kendi halkının gıda ihtiyacını dışalımlarla karşılamak zorunda kalmalarıdır. Bu tür bir ülke bir de ekonomik güçten yoksun ise, bazı Afrika ülkeleri gibi açlıkla boğuşmaya mahkûmdur.
Üzülerek söylemek gerekirse, bu tehlike bizim de kapımızı çalmaya başlamıştır. Tarıma elverişli toprağı sınırlı olan ülkeler değişik yöntemlerle tarım alanları oluştururken, biz Tanrı’nın bahsettiği alüvyon ovalarını kirli sanayi tesislerine açtık.
Çok değil 15-20 yıl önce gıda üretimi anlamında kendine yeten yedi ülkeden birisi olan ülkemiz, bugün buğday, pirinç, mısır ve canlı hayvan gibi temel gıda maddeleri yanında, hayvan besini olan samanı dahi dışalımla karşılar duruma düşmüştür.
Bu konuda söyleyeceğim son sözlerimi yazımın sonuna bırakarak, ülkemizin tarım alanında yaptığı yanlışları ve karşı karşıya kaldığımız tabloyu, Emekli olup dinlenmeyi düşünürken, bir manada seferberlik başlatıp topraklarımızın tedavi edilmesi için kolları sıvayan ve bir şirket kuran İbrahim Doğuş’tan dinleyelim.
Olayın boyutlarını, “İHANETİ GÖRDÜM” Başlıklı bir inceleme yazısında anlatan İbrahim Doğuş’un bu yazısını özet alıntılar ile sizlerle paylaşmak istiyorum.
******************************************
İhaneti gördüm.
“Bu yazımda size ihanetin, gerçekte ise cinayetin bir başka yüzünü anlatacağım;
Anadolu toprakları sistemli bir şekilde kısırlaştırılmış, artık bizleri doyuramayacak hale getirilmiştir. Nasıl mı?
Bir toprağın tarım toprağı sayılabilmesi için içinde bulunan organik madde oranının %3’ün üzerinde olması gerekiyor. Organik madde oranı %3’ün altında olan toprak ölü toprak olarak kabul ediliyor. Türkiye’nin tarım topraklarının en büyük kısmı organik madde oranı açısından %3’ün altındadır. Organik madde oranı az olan topraklar %43,13, kapladığı alan 14 366 661 Hektardır. İyi ve yüksek organik madde ihtiva eden toprakların toplama oranı ise, %12,13’dür. Topraklarımızın organik madde oranı, yüksek verim almayı engelleyecek düzeydedir.” (www.izotar.com)
Peki, bu duruma nasıl geldik?
Erozyon ve yanlış sulama toprak kaybımızda etkili faktörler olsa da, ana sorun suni gübre ve kimyasallardır.
1999 Yılında Amerikalı bir öğretim görevlisi “ilk ürettiğimiz kimyasal gübreleri 3. Dünya ülkeleri ve Türkiye gibi ülkelerde deniyoruz” demişti. Yani, koşa koşa sandığa gidip oy verdiğimiz şahıslar, ABD vatandaşları zarar görmesin diye bizlerin kobay olarak kullanılmasına izin vermiştir.
Araştırmalar sonucunda suni gübre içinde deniz kumu ve mermer tozu olduğunu öğrendik. Verimli toprakları betonlaştırmanın adı gübrelemek olmuş…
Yarı bataklık olan Hollanda, dünyaya tarım ürünü ihraç ediyor. Hollanda’nın büyük çoğunluğu deniz suyu seviyesi altındadır. Topraklarının %40’ı denizleri doldurarak elde edilmiştir. Toplam yüzölçümü 41,526 km2’dir. Nüfusu 15.346.000’dur. Böyle bir ülke tarımda dünyada söz sahibi olurken, 762.000 kilometrekarelik Türkiye gibi dört mevsimi olan bir ülkenin toprak durumunu ne ile izah edebiliriz?
Ancak ihanetle izah edebiliriz.
Peki, her şey bitti mi? Tabii ki hayır. Seferberlik ilan eder gibi tarım ile uğraşan insanlarımıza ulaşıp çalışılsa, topraklarımızı geri alabiliriz. Hem de sadece kırmızı solucan kullanarak. Kırmızı solucan kullanarak İsrail çölde tarım yaptığı toprağın organik mineral oranını %87’ye çıkarmıştır.
Oysa Ülkemize yapılanın ihanetin adı cinayettir. Ve bu cinayete bütün siyasi partiler ortaktır. Ve tabii ki Ziraat fakülteleri ile ziraat mühendisleri de.
Solucan kendi hacminin 8-10 katı su tutma özelliğine sahiptir. Bu suyu bitki susuz kaldığı zaman toprağa salıyor. Kendi boyunun 20 katı tünel açıyor. Toprağı havalandırıyor. Hiçbir hastalık taşımıyor. Solucan olan toprağın makro, mikro, izo elementleri çok yükseliyor. Toprağın PH seviyesini düzeltiyor. Yani, toprağı tedavi ediyor, besliyor.
Solucan gübresi ürün artışı sağlıyor. Üç sene solucan gübresi atılan toprak kendine geliyor. Organik madde içeriği yükseldiği için 4. ve 5. Sene gübre atmanıza da gerek kalmıyor. Solucan gübresi ile yetişen ürünlerde böceklenme olmadığı için ilaç atmıyorsunuz.”
Hayatının 40 yılını solucanları inceleyerek geçiren Galileo’nun dediğine göre, “Bir toprağın oluşması için üç defa solucanın rahminden geçmesi gerekiyor.”
Hayvan besleyenler sadece solucan alarak ve hayvan gübresi içine atarak kendi gübresini elde edebiliyor. Ne yazık ki çiftçiye bu gerçeği anlatan yok. Uluslararası ilaç tekellerine esir olan siyasetçiler, akademisyenler Ziraat Mühendisleri, Ziraat Teknisyenleri bu ülkenin geleceğini yok ediyorlar..
Maalesef ülkemizde sadece aydın(!) ihaneti yok. Meslek ihaneti de var.
İlaç tekellerine hizmet eden doktor ve müteahhit hizmetkarı mühendisler, parayı insana tercih ediyor. Anadolu Topraklarının rahmi parçalanıp doğurganlığı bitirilirken, Ziraat Fakülteleri ve Ziraat Mühendisleri ne yapıyor? Fakülteler, dışarıdan kendilerine dikte ettirilen bilgiyi sorgulamadan öğrencilerine veriyor. Gerçek bilim şüpheci değil midir? Sorgulamayan kafa bilim üretebilir mi?
Bir ülkenin okumuş kesimi öncüdür. Öncüler yolu sapıtırsa, arkadan gidenlerin menzile ulaşması zordur. Zirai ilaç satan Ziraat Mühendisi kendisine gelen çiftçiye; “Kendin mi yiyeceksin, yoksa satacak mısın?” diye sorup, satacak olduğu ürüne kimyasal ilacı yüklerse, olacağı budur.
Anadolu tarım topraklarının halini öğrendikten sonra Ziraat Fakültesi öğretim görevlilerine, Ziraat Mühendislerine; “YIRTIN O DİPLOMALARI” demek geldi içimden.”
Yaradan’ın insanlığa bahşettiği toprakları kısırlaştıran insan sağlığına zararlı kimyasalları kullanmanın, kimyasalı basıp, kendi yemediği ürünü insanlara satmanın dinimizde ki karşılığı nedir?
Anadolu’nun kendine ait tohumlarını yasaklayıp, kısır tohum kullanmaya milleti mecbur etmenin dinsel karşılığı nedir? Ölüm tohumları, ya da şeytan tohumları diye bilinen GDO’ ya göz yummak nasıl kabul edilebilir?
Türk Milletine Kurtuluş Savaşını kazandıran en önemli bir etmen köylülüktü. Savaşan asker köydeki eşi, çocuklarının aç kalmayacağını biliyordu. İşte, şimdi o ayak kırıldı.
Savaşa girsek Türk Milleti aç kalır. İşte günümüzün acı gerçeği budur!
1950 Yılından beri Anadolu toprakları; gübre, ilaçlama altında saldırıya uğramıştır. Türk Milletinde kısırlık %40’ı geçmiştir. Neden? Niçin? Niye?”
***************************
Evet! Okuduklarımız insanı ürkütüyor değil mi?. Ne yazık ki, hepsi doğru.
Uzun yıllardır hayvan gübresi yerine işin kolayına kaçıp suni gübre ve tarım haşereleri için ilaç tekellerinin reklam ve promosyonlarla ülkemizde pazarladığı tarım ilaçlarını attığımız toprağa verilen zararları görmek için toprağı çapalamak yeterlidir. Toprağı havalandıran ve doğal dengeyi sağlayan solucanları artık görmek mümkün değildir.
Bundan 20-25 yıl önce yaz aylarında şehir merkezinde görmediğimiz karga, sığırcık ve karatavukları bugün görmemizin tek nedeni, tarlalarda besleneceği canlıların tarım ilaçlarıyla yok edilerek doğanın ekolojik dengesinin bozulmasındandır.
Geleceğimiz olan ovalara kirli sanayilerin kurulmasına göz yumuyoruz, sonra da kanser vakalarında ki artışlara şaşırıp kalıyoruz.
Üzülerek söylemek gerekirse, bu kötü tablonun sorumlusu, dünyanın en acımasız sanayi sektörü olan ilaç tekellerinin ve gözü dönmüş sanayicilerinin ülkemizde istedikleri gibi çalışmasına göz yuman bilinçsiz siyasetçilerdir. Tarımı geliştirmek ve bilimsel tarımı yaygınlaştırmak için kurulmuş Ziraat Fakülteleri ile uluslararası tekellerin bilgi esiri olmuş bu fakültelerin öğretim üyeleridir.
Geçmişte bir tarım ülkesi olarak Afrika’yı besleyen Somali’nin, bugün açlıkla boğuşmasının ibretlik hikâyesi iyi incelenmelidir..
Bu yanlışlara gecikmeden son verilmezse, Somali’nin kötü kaderini yaşamamız kaçınılmazdır.
Bunun adı ise, İbrahim Doğuş’un deyimiyle, “İHANETTİR”
Ülkesini seven ve ülkesinin geleceğine sahip çıkan siyasetçiler tarafından yönetilen bir Türkiye görmek dileğiyle, iyi haftalar..