Bugün sahip olduğumuz, gelecekte sahip olacağımız her şeyi borçlu olduğumuz Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 84. Yıl dönümünde rahmet, minnet, saygı ve özlemle anıyoruz.
Atatürk, ‘Benim naçiz (değersiz) vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet; sonsuza dek (payidar) kalacaktır’ derken, kendisinin değil; eser ve fikirlerinin ebediyen yaşayacağına vurgu yapmıştır.
Atatürk’ü sevmek bir yasal zorunluluk değil; vicdanı bir sorumluluktur. Atatürk’ü anlamayan ve dolayısıyla anlatamayan, Atatürk’ten, Atatürkçülerden ve Atatürkçülükten geçinen sözde Atatürkçüler, Atatürk’ün yasayla korunmasına neden olmuşlardır.
Oysa eserleri ve fikirleri anlatılabilse, yasaya gerek kalmaksızın hem Atatürk kendini hem de Türk milleti Atatürk’ü sonsuza dek korur. Atatürk düşmanları, Atatürk’ü suikastlerle öldüremezken, Atatürkçü geçinenler Atatürk’ün fikirlerini öldürmüştür.
Bir fikir için en büyük tehlike; o fikre yapılabilecek en büyük kötülük; o fikrin yanlış ve kötü versiyonları tarafından temsil edilmesidir ki sözde Atatürkçüler bunu yapmış, Atatürk’ü yasayla korunur hale getirmişlerdir. .
Üstün fikrin yanındaki diğer fikirler üstün fikrin büyüyüp gelişmesinde gübre vazifesi görür. Özellikle son 20 yılda Atatürk’ü koruma kanunu gevşetildiği için birçok hain, densiz pervasızca hatta ahlaksızca Atatürk’e saldırdı.
Bu saldırılar karşısında sözde değil; özde Atatürkçüler, Atatürk hakkında uydurulan yalanların yerine gerçeklerini belgeleriyle ortaya koyunca; yasalarla korunamayan Atatürk kendini eser ve fikirleriyle korudu.
Cehaletinden dolayı Atatürk düşmanlığı yapanların bir kısmı yanıldıklarını kabul ederek yaptıklarından utanırken, Atatürk’e hakaret eden siyasiler de O’nu rahmet ve minnetle anmak zorunda kaldılar. Sözün kısası sorun sadece Atatürk düşmanlarında değil; aynı zamanda Atatürk’ten habersiz sözde Atatürkçülerdedir.
Batı’nın Türkiye’ye ve Türk milletine bakışı: ‘Türkiye yapaydır, Atatürk, tek başına bir devlet ve millet yaratmıştır. Atatürk’ün yaptığının tersi yapılırsa devlet de millet de çözülür, yok edilir.’
Atatürk dilde de dinde de bir değişiklik yapmamış; dilin de dinin de doğru anlaşılmasını sağlamıştır. Osmanlı Arapça biliyordu da Atatürk mü unutturmuş? Halkın okuma yazma bilen yüzde beşi (%5’i) de Arap harfleriyle Türkçe okuyup yazıyordu. Bu oran kadınlarda binde beşe düşüyordu.
Arap, Latin, Kiril, Çin, Japon alfabesini öğrenmek en fazla bir haftalık bir iştir. Fakat bir dilin alfabesini bilmek, o dili bilmek değildir. Osmanlı’nın bildiği Arapça değil; Arap alfabesiydi. Yukarıdaki oranlarda okuma veya yazma bilmek; Arapça veya Osmanlıca bilmek demek değildir. Kaldı ki Osmanlıca da bir dil değil; jargondur.
Eski Türk alfabesi de olduğu iddia edilen Latin alfabesine geçiş, milletin hızla okuma yazmayı öğrenmesini ve aydınlanmasını sağlamıştır. Milletin bilgi ve kültürünün silindiğini iddia etmek ya cehalet ya da ihanettir.
Atatürk, zamanın önemli İslam alimlerinden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a Kuran’ı Kerim’i tercüme ettirmiş, Kuran’ın aracısız (mürşidi kamilsiz) anlaşılmasını, herkesin bizzat kendisinin Şanı Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenmesini, yasaklarından kaçınılmasını emirlerinin anlaşılarak yerine getirilmesini sağlamış, Kuran’ın da İslam’ın da istismarını engellemeye çalışmıştır.
Emirlerine itaat edilmesini isteyen, Hristiyanlık’taki Ruhban sınıfının benzeri şeyh, şıh, sözde mürşidi kamillerin İslam dışı istek ve arzularını İslam’ın emriymiş gibi göstermeleri engellenmiş. Yeni reformlarla kula değil; Allah (cc)’a kulluk edileceği, Kuran’ı Kerim’in tercümesiyle açık, seçik bir şekilde ortaya çıkmıştır. Şanı Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan isteklerin Ulü’Emr olmayacağı ve uyulmaması gerektiği kısmen de olsa anlaşılmıştır.
Müslümanlardan ve Müslümanlıktan geçinen din tüccarlarının ipliği pazara çıkarıldığı için, onlar Atatürk düşmanlığını bitmek, tükenmek bilmeyen kan davası gibi sürdürmüşlerdir. Hatta ikinci meclis için, Türkiye’de doğmayan ve aynı ilde 5 yıl ikamet etmeyenlerin milletvekili olamayacağına dair yasa önerisi hazırlayarak Atatürk’ün milletvekili olmasını engellemeye çalışmışlardır.
Atatürk, ‘Ben bir ilde 5 yıl ikamete zorlansaydım, bugün bu öneriyi veren vekillerin ikamet ettiği şehirler Türkiye’nin dışında kalabilirdi’ mealinde bir konuşmayla önergenin reddini sağlamıştır.
Her Türk’ün öğrenmesi gereken iki kitap var; biri Kuran’ın Türkçesi, diğeri Nutuk’tur. Gerçek Atatürkçü gerçek Müslüman, gerçek Müslüman gerçek Atatürkçüdür. Eğer böyle değilse ya İslam ya da Atatürkçülük ya da ikisi de doğru bilinmiyor demektir.