Son Türk Devleti olan ülkemiz, Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya geçtiği 1071 yılından bu yana, Haçlı Seferleri ile başlayan çok değişik komplolarla haritadan silinmeye çalışılmıştır.
Son yıllarda yaşadığımız komploların altında yatan gerçek neden, Avrupa Devletleri ile Amerika’nın 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’ne imzalattıkları Sevr Antlaşması ile Türkleri tam haritadan sildik diye sevinirken, karşılarına Mustafa Kemal isimli bir Türk Paşası ’nın çıkmış olmasıdır.
Çünkü Mustafa Kemal, Sevr’e isyan ederek başlattığı Kurtuluş savaşını zaferle noktalayarak işgal edilenson vatan toprağı Anadolu’yu işgalcilerden temizlemiş ve Sevr’i yırtıp atmıştır.
Mustafa Kemal tüm dünyayı şaşırtan bu zaferi kazanmakla kalmamış, işgal güçlerini Sevr’in yerine Lozan Antlaşmasını imzalamaya mecbur etmiştir.
Ne var ki, Lozan’ı sadece Amerika Birleşik Devletleri imzalamamıştır. Şimdi bu gerçekler doğrultusunda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne o günden sonra dayatılan ve yaşatılan olaylar kısaca analiz edilirse, günümüzde yaşananların bu yaptırımların son halkası olduğu görülecektir.
**********************
Bu dayatma ve yaptırımlar, 1950’ e kadar ve 1950’den sonra farklılık göstererek Türk Devleti’ne huzur vermemiştir. Bu senaryolar 1950 öncesi,ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde çıkartılan Kürt isyanları ile gündeme gelmiştir.
Özellikle Zaza kökenli, Nakşibendi Tarikatı’nın Halidiyye koluna mensup bir din adamı olan Şeyh Sait adlı Kürt Molla’nın başlattığı isyanlar, bunların en büyüğüdür.
Hakkında İngiliz ajanı olduğu ve İngilizler tarafından Türkiye’de iç karışıklık çıkarmakla görevlendirildiği de belirtilen Şeyh Sait, 1925’de bazı yakın elemanları ile birlikte vatana ihanet suçu ile idam edilmiştir.
Şeyh Sait’in bir Nakşibendi mensubu olması ve adamlarının isyanlar sırasında ellerinde Kur’an ve yeşil bayraklar taşıyarak şeriat naraları atmaları da, bu ayaklanmanın temelinde Kürtleri savunmanın yanında,Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yürürlüğe koyduğu devrim kanunlarına ve özellikle Laik Düzene başkaldırı olarakta tanımlanmıştır.
Bu olay ülkemizde İslam Dini ’nin siyasete ve yabancı emellerine alet edilişinin ilk denemesidir.
Ve ne yazık ki, bu isyancının Nakşibendi Tarikatının bir ferdi ve şeriat yanlısı din adamı olması nedeniyle, bugünde birileri tarafından neredeyse kahraman haline getirilmektedir.
Yine 1950 öncesi,bir de Lozan sonrası bir süre sessiz kalarak yeni Türk Devleti ile iyi ilişkiler içinde bulunan Ermenilerin Cumhuriyet Döneminde yaşattığı olaylar vardır.
Ermenilerin bazı kalıntıları, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da Ermeni Patrikhanesi’nin kışkırtması ile Mustafa Kemal’e birkaç kez suikast düzenlemiştir.
Üzülerek söylemek gerekirse Mustafa Kemal Atatürk’ün temellerini attığı üniter devlet yapımızda her türlü devlet görevi de yapan ve bizlerden hiç ayrı düşünülmeyenve bu ülkede huzur içinde yaşayan Ermeni Vatandaşlarımızın özellikle Amerika’da yaşayanlarının kurduğu Ermeni Diasporası, Amerika ve İngilizlerin de desteği ile dünyada Türk düşmanlığını yayarak onlarca hariciyemizi katletmişlerdir.
Bugün üzüntü ile anılan ve keşke olmasaymış denilen ve Osmanlı’nın çöküş yıllarında yaşanan olaylar, günümüzdeErmeni Diasporası tarafından “Soykırım” iddiaları acımasızca istismar edilmektedir.
********************
1950 sonrası olaylar boyut değiştirerek daha çok ekonomik ve din istismarı olarak ortaya çıkmıştır.
Amerikalı Yahudi kökenli bankacı, iş adamı ve Amerikan Hükümetlerinin her döneminde etkin rol almış olan David Rockefeller’ in anılarında da açıkça belirttiği gibi Amerika, Türkiye’ye ilk kez 1950 sonrası Marshall Yardımı ile Rahmetli Başbakan Menderes Döneminde el atmıştır.
Bu yardım, Türkiye’nin ekonomik özgürlüğünü kaybetmesinin ilk adımı olurken, sonra ki yıllarda da başta IMF’den olmak üzere alınan her yardım Türkiye ekonomisini daha da zora sokmuş ve adeta dışarıdan yardım almadan ayakta duramaz hale getirmiştir.
Bu ekonomik krizler ile yaşanan iç huzursuzluklar, 1960 ve 1980 Askeri Darbeleri ile darbe girişimleri, e-muhtıra ve Postmodern Darbelerini getirmiş ve her defasında bu olayların arkasından Amerika’nın olduğunu gerçeği çıkmıştır.
Fakat bu darbelerle uygulanan senaryolar bitmemiş ve Türkiye’yi yok etmeyi aklına koymuş dış güçlerin kışkırtmaları ile mezhep kavgaları körüklenmiş, çok sayıda günahsız insanımız canından olmuş, toplumsal ayrışmalar hız kazanmıştır.
Bunlara rağmen ülkemizi çökertemeyi başaramayan dış güçler bu kez ülkemizi en zayıf noktasından vurmayı denemiştir. İtiraf etmek gerekirse, 1950’den bu yana bir iki koalisyon ortaklığı dışında ülkemizi yöneten tüm sağ iktidarlar, bütün Müslümanların ortak paydası olan dinimizi siyasi gelecekleri için acımasızca istismar ederek, ülkemizi karıştırmayı ilke edinmiş dış güçlere zemin hazırlamıştır.
Din istismarı ile beslenerek devletin en önemli kurumlarını eline geçiren Amerika destekli Fetö Örgütü’nün, 15 Temmuz 2016’da darbeye kalkışması ile sonlanmıştır.
Ne yazık ki, siyasetçilerimiz bu dinci darbe girişiminden dahi ders çıkartamamış ve hala din istismarını sürdürmektedirler.
Din istismarı ile toplumumuzda oluşturulan kamplaşma sürerken, yanlış dış politikalar ile dört tarafımızda ki komşularımızla ilişkilerimizin bozulması, ülkemiz üzerinde gözü olanların ekmeğine yağ sürmektedir.
Amerika son yirmi yılda yalnız ülkemizi değil, tüm İslam Devletlerini ve İslam Dinini hedef almıştır.
ABD, yarattığı bir bahane ile hem İslam Devletleriniçökertmeye hem de, oluşturduğu yapay EL-KAİDE, İŞİD ve YPG gibi dinci terör örgütleri ile İslam Dinini terör yaratan odak olarak göstererek İslam Dinini yozlaştırma senaryolarını uygulamaya başlamıştır.
Diğer ülkeleri bir yana iterek bu dini yozlaşmayı önlemek için kendi ülkemizde İslam Dinin gerçek yönlerini bu topluma öğretmek zorundayız.
Ne yazık ki, Atatürk’ün başlattığı dinimizi kendi lisanımızdan öğrenebilme olanakları 1950 sonrası terk edilerek Arapça ’nın dayatılması sonucu halkımızın çok büyük bir kısmı, dinimizin içeriğini tam olarak bilmemektedir. Okuma özürlü olan toplumumuz, Kur’an Meallerini de okuyarak dinini öğrenme zahmetine de katlanmamıştır.
Bu konuda ki Türk’çe dini eğitimin eksikliği nedeniyle, bir sürü din adamı yıllardır kendi akıllarına göre anlatılarla insanlarımızı bilinçsiz dindarlığa sürüklemiştir.
Sonuçta;
- Kur’an’ı meallerinden öğrenme çabasına giren gerçek dindarlarında, bu kez dinimiz adına anlatılan birçok şeyin Kur’an’da olmadığını görerek,
- Herkesten çok dindar geçinen birçok siyasetçininde dinimizin yasakladığı yalanlarını, yolsuzluklarını, haksız zenginleşmelerini ve kendileri gibi düşünmeyenleri dışlayan tavırlarını görünce hem bu siyasetçileri, hem de bu tür din adamlarını sorgulamaya başlamıştır.
Ülkemizin, bu konuları aşmadan toplumsal barışmayı ve ortak paydamız olan dinimizi kişisel ve siyasi çıkarlarımız için kullanmaktan vaz geçmeden aşmamız olası gözükmemektedir.
Umarım son yıllarda siyasetçilerin giderek çoğalandinimizi istismar söylemlerine, hatta bunu da aşarak kutsal mekanları dahi siyaset alanı haline getiren tavırlarına son verirler.
Böylece dış güçlerin ülkemizde kurgulamaya çalıştıkları senaryolar da, işlemez hale getirilir.
İç huzur ve güven ve barışın sağlandığı günleri yaşamak dileğiyle, güzel haftalar.