25.03.2021 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde, Engin Yıldızoğlu tarafından kaleme alınan “Şehir ve Şehir Üzerine Spekülatif Düşünceler” Başlığı ile bir köşe yazısı yer aldı.
Ülkemizde son dönemlerde yaşanan ayrışmalardan esinlenerek yazıldığı söylenen bu yazı, bende de önemli çağrışımlar yaptı. O nedenle bende bu yazıdan alıntılarla bu hafta ki yazımı şekillendireceğim.
Sayın Yıldızoğlu, yazısında “Son haftalarda yaşanan İstanbul Sözleşmesi, Merkez Bankası Başkanı, HDP, Gezi Parkı, Kanal İstanbul, Boğaziçi öğrencilerinin davasındaki garip gelişmelerle ilgili yorumları okurken, kendimi bilişsel uyumsuzluk içine düşer gibi olduğumu fark ettim.” Diyor.
Devamında da, “Bir taraftan kimilerine göre, siyasal İslam’ı temsil eden AKP rejimi hata üstüne hata yapıyor, yönetemiyor, kendi ayağına sıkıyor.”
Öteki taraftakilere göre de, “AKP rejimi 19 yıldır giderek artan bir rahatlıkla her istediğini yapıyor, sürekli yeni siyasi, kültürel mevzileri ele geçiriyor, kısacası iktidardalar.” Diyor.
Yazısının devamında da, “Bu uyumsuzluğun ayırdına vardığımda, China Melville’in “The City and the City” (Şehir ve Şehir) başlıklı bilimkurgu romanını anımsadım.” Diyor ve bu romanda ki yaşam biçimine atıflar yaparak anlatmayı sürdürüyor.
“Bu roman da, iki realite tek mekân işlenir. Melville’in romanında, tek bir coğrafi mekân üzerinde, kültürleri, teknolojik gelişmişlik düzeyleri ve lisanları, kısacası realiteleri birbirinden farklı Besz´el and Ul Qoma adlı iki şehir vardır.
Bu iki şehir ve iki farklı realite, aynı coğrafi mekânı paylaşıyor ama birbirine karışmıyor. Çünkü birinin sakinleri, öteki şehri görmeyerek yaşıyorlar.
Melville’in kitabın da yaşanan ortam, Türkiye’nin bugünkü durumuna çok benziyor. Artık ülkemizde de, aynı coğrafi mekânı paylaşan insanlar “farklı şehirleri” yaşıyor.
Birinci kesimde yaşayan Aydınlanmacı, Modern, Cumhuriyetçi şehrin sakinlerinin yaşamsal haritasında siyaset ve kültür, ekonominin türevleridir.
İkinci kesimde yaşayan siyasal İslamcı şehrin bireylerinin yaşamsal haritasında ise ekonomi, siyasetin ve kültürün bir türevidir.
Diğer bir deyişle birinin dünyasında toplumu ekonomi belirler, şekillendirir, öbürünün dünyasında ise toplumu siyaset ve kültür belirler.
Siyasal İslamcı rejimin uygulamaları muhafazakâr, liberal demokrat, neo-liberal ve hatta solu temsil eden öbür şehrin “yaşam dünyasını” sistemli biçimde bozuyor. O şehrin sakinleri de bu uygulamalardan, “bunlar yanlıştır”, “yönetemiyorsun”, “demokrasilerde böyle şeyler olmaz” açıklamalarıyla zaman harcıyorlar.
“Ama artık bu, sürdürülemez bir durumdur. Bu iki şehrin aynı coğrafyada var olmaya devam etmesi artık olanaklı değildir.
Siyasal İslam’ın şehrinde yaşayanlar bunu anlamış görünüyorlar. Rejimin gittikçe hızlanan uygulamaları, öbür şehri yok ederek coğrafyanın tek “şehri” olmaya yöneliktir.”
Cumhuriyetçi şehrin sakinleriyse, (Türkler, Kürtler, Aleviler ne kadar kaldıysa Museviler, Hıristiyan azınlıklar) hâlâ tek bir şehir, yalnızca kendi şehirleri var sanıyorlar.
Gerçekteyse ortak coğrafyanın üretken teknolojisi, üretim bilgisi ve bilinci Cumhuriyetçi şehre aittir. Öbür şehir, çıkar- komisyon- haraç vb. yoluyla bu üretimin teknolojisinin ürünlerinden, bu ürünlerin çeşitlerinden besleniyor. Bir canlının bedenine yapışmış asalak gibi…
Bundan sonra bu sürecin devamında fazla bir olasılık yok: Ya canlı beden bu asalağı beslemeye son verecek, o asalak da bedenden düşecektir. Ya da, bu asalak bedeni tümüyle tüketene kadar büyümeye, kaplamaya devam edecektir. O noktada da olağan olan, ana beden yok olurken asalağın da yaşam koşullarının ortadan kaldıracağı için onun da öleceğini düşünmektir”. Diye yazısını sürdürüyor.
*******************************
Evet, bu yazı bende de son dönemde ülkemde yaşananlar ve yaşam tarzı ile ilgili bazı çağrışımlar yaptı. O nedenle o yazının önemli bölümlerinden alıntılar yaparak yazacaklarımın o yazılanlarla farkı daha iyi anlaşılsın istedim.
Öncelikle söylemek isterim ki, bu romanda anlatılanlar bir kurguda olsa, toplumsal ayrışmaların hangi boyutlara gidebileceğini çok iyi anlatıyor.
Üzülerek söylemek gerekirse, bu romanda anlatılanlardan ders alınmazsa, toplumsal ayrışmaların yaşandığı her ülkede bu romanda yaşanan kötü sona ulaşılır.
Ama unutulmamalıdır ki, Türkiye’de yaşayanları bağlayan çok önemli bağlaçlar vardır. Bunlardan birisi dinimiz olup, ülkemizin %98’ inin Müslüman olmasıdır.
İslam’ın kuralları halkın tümü tarafından tam uygulanmıyor olsa da, İslam dini hepimizin ortak paydasıdır. Yüzyıllardır bu dinin öğretilerini kendi kültür ve gelenekleri ile harmanlayan bir ülkenin romanda ki gibi iki şehir yaşamına ayrışması çok kolay değildir.
Bir diğer bağlaç ise, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte kabul edilmiş olan ve ülkemizde ki din ile devlet işlerini birbirinden ayırarak toplumun her kesimini kaynaştıran, “Laik Düzenimizdir.”
Laik düzen sayesindedir ki Osmanlı’nın ilk dönemlerinden, onun yıkılmasına kadar geçen süreçte süregelen dinin devlet yönetimine hâkim olmasından vaz geçilerek, dini islam olan gerçek çağdaş demokratik bir ülke yaratılmıştır.
Zaten, bugün Müslüman ülkeler arasında toplumsal birlikteliğini en iyi sağlamış, bağnazlıklardan uzaklaşarak modern dünyaya ayak uydurmuş tek Müslüman ülke olarak ülkemiz örnek gösterilmektedir.
Şimdi bu iki bağlaç ile yaratılan gereksiz tartışmaların nelerden kaynaklandığına ve eğer bu tartışmalar bir kavga ortamına taşınırsa, ülkemizi romanda ki ortama sürükler mi? Sorularına cevap aramak gerekecektir.
Bence, ülkemizde yaşanan tüm tartışmalar demokrasinin kurallarının zaman zaman ihlal edilmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü demokratik bir ülke olmanın da vaz geçilmez şartları vardır.
Bir insanın yaşamsal şartları için oksijen, su ve ekmek ne kadar önemliyse, gerçek demokrasiler içinde “Yasama, Yürütme, Yargı” erklerinin bağımsız olması da o kadar önemlidir.
Şimdi şapkamızı önümüze koyup bakalım.
Ülkemizde bugün yaşanan birinci sorun; Siyasi iradenin bu üçlü ana kurala sadık kalmadığı gibi yargıyı siyasi amaçla kullanmasıdır.
İkinci sorun ise, Laik Devlet olma kurallarının tam işletilmemesidir? Bence, siyasi iradeler ek güç kazanmak için dinimizi zaman zaman siyasi amaçla kullanarak Laik kuralları zorlamasıdır.
SONUÇ:
Bu ülke hiçbir zaman bir Ortadoğu ülkesi olmamıştır. Olamaz da. Çünkü bu ülke, Laik Düzenin getirdiği huzuru ve düzeni benimsemiştir. Bunun zaman zaman bozulmaya çalışılması, hiçbir siyasi iradeye uzun vadede yarar sağlamamıştır.
Nitekim şu anda ülkemiz de yaşanan sorunlar, iktidar yanlıları da dâhil, tüm halkımızı huzursuz etmektedir. Halkımız bir kez daha çok iyi görmüştür ki, özgürlüklerin kısıtlanması ve dinin siyasal çıkar sağlamak için kullanılması, ülkemizde ki huzur ortamını bozan en büyük nedendir.
Yine bilinmesi gerekir ki, halkımızın AKP İktidarına oy veren kesiminin dahi, Laik Düzenden bir yakınması yoktur. Bu, sadece siyasetçilerin köpürterek bir Laik Düzen sorunu varmış gibi göstermesinden başka bir şey değildir.
Laik Düzeni yıkmaya çalışmanın hiç kimseye yararı yoktur. Zaten Laik Düzenin ve Atatürk İlkelerinin kaldırılarak bu ülkenin birliğinin bozulmasını isteyenlerde, topraklarımız üzerinde hesapları olan sömürgeci ülkelerdir.
Nitekim bu uygulamalar nedeniyle, siyasi iradenin giderek oy kaybettiği son anketlerin hepsinde de doğrulamaktadır.
İnanıyorum ki, demokrasinin ve Laik Düzenin getirilerini benimsemiş halkımız, yapılacak ilk seçimde siyaseti yeniden düzenleyecektir.
Bu ülke hiçbir zaman romanda ki gibi bir vatan, iki şehir olmayacaktır.
Güzel bir bahar haftası diliyorum.