DİNDAR ANAYASA ÇIKIŞI-LAİKLİK TARTIŞMASI VE
CHP’NİN DENİZ BAYKAL SORUNU
Bugün ülkemizde yaşanan siyasi kargaşanın en önemli nedeni, tüm aksayan yönlerine rağmen halen dünyanın en iyi rejimi olarak kabul edilen Demokrasiyi, tüm kuralları ile benimseyerek uygulamayan çapsız siyasetçilerimizdir.
Bu kavganın bir nedeni de, Osmanlı yanlılarının Mustafa Kemal’in toplumu ümmet olmaktan çıkartarak yurttaş olmasını sağlayan değişimini bir türlü içine sindirememesidir.
Osmanlı, bu ülkenin geçmiş tarihidir. Artısı ve eksisi ile de bizimdir.
Ne var ki, dünyanın en büyük İmparatorluğu haine gelmesine rağmen, dünyada ki değişime ve bilim alanında ki gelişmelere ayak uyduramamıştır.
Hatta İmparatorluğu son dönemlerinde yönetenlerin bir kısmının aydınlanmaya direnmesi sonucu, bu dev İmparatorluğun devamlılığı sağlanamamış ve 1. Dünya Savaşı ile tüm topraklarını kaybetmiştir.
Osmanlı’nın elinde kalan son vatan toprağı da galip devletler tarafından bölüşülerek işgal edilmiştir. İşte böylesine umutların tükendiği ve dev imparatorluktan, Türk adının tarihten silinme noktasına gelindiği bir sırada, Mustafa Kemal Paşa bu esarete isyan ediyor ve kaderine razı olmuş Anadolu insanını da inandırarak kazanılan Kurtuluş Savaşı ile bir mucize yaratıyordu.
Mustafa Kemal Paşa sayesinde Anadolu düşmandan temizlenmiş ve üzerinde Laik, Çağdaş Hukuk düzeninde Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
Geçmişimiz olan Osmanlı’da bizimdir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti de bizimdir.
Bu iki gerçeği hiç kimse görmezden gelemez, gelmemelidir. Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyetini vuruşturmak, geçmişimizi de geleceğimizi de yok saymak anlamına gelir.
Dünya tarihi, bir döneme damga vuran onlarca devletin tarihten silinerek yok oluşunu da, yok olmak üzereyken küllerinden yeniden doğan ülkeleri de yazmıştır.
Bu gerçeklerin ışığında ülkemizde yapılan tartışmalara bakınca, siyasetin bir yerlere taşıdığı çapsız siyasetçilerin tarihi gerçekleri ters yüz etme çabalarını görüyoruz.
Oysa Osmanlı gerçeğini de, Türkiye Cumhuriyeti gerçeğini de kabul eden bir uzlaşma kültürü ile ülkemizi çok daha büyük ve huzurlu bir ülke haline getirmesi için seçtiğimiz siyasetçilerin, ülkemizi karmaşa ortamına sürüklemesini endişe ile izliyoruz.
Asıl amaçlarını saklayarak her fırsatı değerlendiren bir kesimin, özgürlükçü demokrasiye pranga vurma çabaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin son altmış yılına damga vurmuştur.
Bilindiği gibi 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hazırladığı ve referandum sonucu halkın % 92 oyu ile kabul edilmiş 1982 Anayasasının birçok maddesi sonra ki yıllarda değiştirilmiştir.
Bugün bu Anayasa’nın yeniden yazılmasının gündeme gelmesi ile başlayan tartışmalar da, yeni bir gerilime ve endişeye zemin hazırlamıştır.
Geçmişi ve kimliği ile laik ve çağdaş bir devlet düzenine sıcak bakmadığı bilinen TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman’ın, geçtiğimiz hafta içerisinde yaptığı açıklama ile laikliği dışlayan dindar bir Anayasa yapımından söz etmesi ortalığı bir kez daha karıştırmıştır.
Her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı tarafından destek bulmamış olsa da, Sayın Başbakan’ın “Henüz yazılmamış bir Anayasa için bu tür açıklamaları yanlış buluyorum” Şeklinde ki sözleri, kuşkuları artırmıştır.
Bir köşe yazarının da dediği gibi bu ülke de, Cumhurbaşkanı düşündüklerini açıklamadan bir konuda başkaları söz söyleyemez. Söylerse de, Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından sonra geri adım atmak zorunda kalır.
Sayın İsmail Kahraman, O’nu çok yakından tanıyan ve O’na ağabey diye hitap eden Sayın Cumhurbaşkanı tarafından o makama aday gösterilmiştir. TBMM Başkanı’nın yaptığı şey, bir tartışmayı başlatarak o konuya toplumun alıştırılması yöntemidir.
Çünkü artık bu ülkede bir konuda kazanım sağlamanın yolunun, iki adım atıp tepki gelince bir adım geri atıp, sonuçta bir adım öne geçmek olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
O nedenle, Sayın Kahraman’ın daha sonra söylediklerini düzeltmeye çalışması da, bu hesabın yapılmasının sonucudur.
İşin açıkçası, Osmanlı özlemi ile dini kaidelere dayalı bir Anayasa yapmak, bazılarının artık açığa çıkan hedefi ve beklentisidir.
Anayasa yapmanın ana kuralı, TBMM’ de ki tüm siyasi partilerle uzlaşma sağlanması halinde, toplumun tümünün kabullenebileceği bir Anayasa’nın yapabileceği gerçeğidir.
TBMM’de bir siyasi partinin sahip olduğu sayısal üstünlüğü ile yapacağı Anayasa, bir tarafın görüşlerini yansıtacak bir Anayasa olur ve toplumun tümünün benimseyeceği bir Anayasa olamaz.
Toplumun % 92’ sinin oyu ile kabul edilmiş bir Anayasa’nın dahi, ilk andan itibaren anti demokratik kurallar içerdiğinin görülerek sürekli değişime uğradığı bir ülke de, % 50-55 Referandum oyu ile kabul edilecek bir Anayasayı, bu topluma kimse kabul ettiremez ve dayatamaz.
***********************************
CHP’NİN DENİZ BAYKAL SORUNU;
Sayın Deniz Baykal, Sayın Kılıçdaroğlu dönemi öncesin de CHP’nin çok uzun bir süre Genel Başkanlığını yapmış deneyimli bir siyasetçidir.
Genel Başkanlığı sürecinde, CHP’ ni kendisine biat edenlerle yönetmiş ve bu bağımlılığı taşımayan hiç kimse, CHP kadrolarında kendisine yer bulamamıştır. Bu nedenle de, O’nun döneminde CHP yeni isimlerle beslenen bir değişimi yaşayamamıştır.
Bunun doğal sonucu olarak da, gerektiğinde Sayın Baykal’dan sonra CHP’nin başına geçebilecek bir aday sivrilememiştir.
Nitekim bir siyasetçinin en dikkatli olması gereken özel yaşamı ile ilgili olarak yaptığı bir yanlışın, şantaj kaseti ile ortaya dökülmesi sonrası istifa etmek zorunda kalan Sayın Baykal’dan sonra, partiye yeni katılmış ve henüz yeterli siyasi deneyimi olmayan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanlığı’na seçilmiştir.
Bu olaydan sonra kenara çekilip siyasi birikimleri ile hiç olmazsa bir duayen konumunda partisine hizmet etmesi gerekirken, adeta “Ben buradayım” Anlamında ki beklenmedik çıkışları ile CHP’ ne zarar vermeyi sürdürüyor.
07 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde ortaya çıkan tabloya göre tek başına iktidar olma şansını kaybeden AKP’ ne ilk cankurtaran simidini uzatan her zamanki gibi MHP oluyordu.
MHP sayesin de yeni bir şans yaratmak için ülkeyi tekrarlanacak bir seçime götürmeye çalışan AKP’ ne bu kez de, Sayın Baykal gerekli ortamı sağlıyordu.
Partisinin onayını almadan Sayın Cumhurbaşkanı’nın çağrısına gittikten sonra TBMM Başkanlığı’na adaylığını açıklayarak, CHP’ nin MHP ile ortak bir aday çıkartarak TBMM Başkanlığını kazanmasının önünü kesiyor ve TBMM Başkanlığı’nı adeta AKP’ ne hediye ediyordu.
TBMM Başkanlığını alan AKP, TBMM Başkanlığı sayesinde, “01 Kasım Tekrar Seçim” Kararını TBMM’den geçiriyor ve oyunu kurallarına göre oynayan AKP bir kez daha tek başına iktidara geliyordu.
Aynı Baykal, geçtiğimiz hafta içerisin de bir TV kanalında ki söyleşi programında sorulan bir soru üzerine, kaset şantajı ile olarak verdiği cevapla, CHP’ ni bir kez daha tartışmaların içine çekmiştir.
Kendisinden sonra bu kez de, Sayın Kılıçdaroğlu’na karşı “Kasetle gelen Genel Başkan” Suçlamaları ile yürütülen yıpratma çabalarını dikkate alarak, çok daha farklı ve özenli bir üslup kullanması gereken Sayın Baykal, Sayın Kılıçdaroğlu’nu yeni soruların muhatabı yapıyordu.
Geçmişte ki yanlışlarını dikkate almadan yeni yanlışlar yapmayı sürdüren Sayın Baykal, anlaşılan siyaset tarihine olumsuz yönleri ile geçecek olmayı da önemsemiyor. Gerçekten yazık..
Artık bu ülke de, “Kaybeden Genel Başkanların gitmesi ve yeni isimlere şans verilmesi” İlkesinin yerleşmesi gerektiğini yazan ve savunan birisi olarak, hiç kimse yukarıda ki yazdıklarımdan bir Kılıçdaroğlu savunması çıkartmasın.
Ülkemizin, ülkesini kendi çıkarlarından daha çok seven akıllı siyasetçiler tarafından yönetilmesi dileğiyle, iyi haftalar.