Düşüncelerin yazıya dökülmesi, söylenenlerin ölümsüzleştirilmesi demektir. Bunun diğer adı, “Tarihe not düşmektir.”
Öyle yazılar vardır ki, bunlar hiç eskimez. Aradan yıllar geçse dahi, gün gelir bu yazılar hatırlanır.
İşte böyle bir yazıyı 18 Temmuz 2010 tarihinde Halk Gazetesi’nde ki köşemde sizlerle paylaşmıştım. O yazımı bir kez de, başlığında ki “Aydınlar” Kelimesini “Siyasiler” Olarak değiştirerek okursanız, altı yılda her ikisi için de hiçbir şeyin değişmediğini içiniz yanarak göreceksiniz.
Şimdi o yazımı biraz kısaltarak sizlerle paylaşıyorum.
GERÇEK AYDINLARIN YARIN, “EYVAH YANILMIŞIZ”
DEME HAKKI OLAMAZ.
Günümüz Türkiye’sin de öylesine olaylara tanık oluyoruz ki, en sakin insanımızı dahi isyan ettiriyor.
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından yüz binlerce şehit kanı ile sulanarak işgalcilerden temizlenen son vatan toprağı üzerinde kurulan Laik ve Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti, bugün iç ve dış güçlerin açık saldırı alanı haline gelmiş bulunuyor.
Özellikle de bir takım köşe yazarları, bazı bilim adamları, hatta kendini aydın ilan eden bir takım sanatçı ve sivil toplum kuruluşu yöneticileri, bu yıkımın taşeronluğuna soyunmuş bulunuyor.
Bazılarına göre ihanet seviyesine ulaşan bu söylemler, mütareke dönemlerinde yaşananları hatırlatıyor.
Büyük Önder Mustafa Kemal, Türk Gençlerine seslendiği “Gençliğe Hitabesin de”, büyük bir öngörü ile adeta o günlerden bugünleri görerek tarihi bir uyarıda bulunmuştur.
Üzülerek söylemek gerekirse, Mustafa Kemal Atatürk’ün o hitabe de söyledikleri bugün birebir yaşanıyor.
Ne yazık ki, bu ihanetin içerisinde olanlar kendilerini aydın olarak tanımlıyor ve ülkemizin parçalanmasına çanak tutuyorlar. Dillerinden düşürmedikleri en büyük silahları ise, bunu daha çok demokrasi ve daha çok özgürlük adına yaptıkları iddiasında olmalarıdır.
Bu nasıl aydın anlayışıdır? Anlamak mümkün değil. Oysa dünya aydın tanımlamasını bakın nasıl yapıyor.
Aydın düşünür.
Aydın okur ve araştırır.
Aydın irdeler ve sorgular.
Aydın yazar, çizer ve konuşur. Hem de korkmadan. Onun kitabında korkuya yer yoktur.
Aydın dinler, yorumlar, doğrulara sonuna kadar destek verir.
Aydın yanlışa direnir, gerekirse tavır koyar ama yanlışa asla boyun eğmez.
Aydının hedefinde çağdaşlık vardır. Geriye dönüp bakmaz.
Aydın ilkelidir. İlkelerinden ödün de vermez.
Aydın, “değişimden” Dönüşümü anlamaz. Zaten onun ilkeleri içerisinde dönüşümün yeri de yoktur.
Aydın, “Dönüştüm” diyerek yamulup değişemez.
Aydın, günlük çıkarlar peşinde koşmaz. Kişisel beklentilere bağlı dostlukları da önemsemez. Onların dostluklarının temelinde sevgi ve güven vardır.
Aydın, toplumsal olaylara uzak kalmaz, kalamaz. Çünkü topluma hizmet, onun ilkesidir.
Aydın, ülkesini sever. Demokratlık ve değişim hikâyelerine kanarak, ülkesini kuranlara, ülkesine emeği geçmiş kişi, kurum ve kuruluşlara vurmaz. İhaneti aklından dahi geçirmez.
Aydın, aynı düşüncede ki insanları terk etmez.
Aydın, bazı kişisel dostluklar uğruna yanlışı görmezden gelmez.
Şöyle geçmişimize dönüp bakarsak, dünyanın en büyük imparatorluklarından birisini kuran Osmanlı’yı çökerten en büyük etkenlerden birisinin, o dönemlerde adeta kurumsallaşmış olan, “Dalkavukluk” olduğunu görürüz.
Günümüzün modasına uyan dalkavukluk kurumu da, dönüşüme uğrayarak kapsamını genişletmiş ve günümüzde “Yalakalık” Düzeyine ulaşarak, “Yandaş” adını almıştır.
Kendisini aydın ilan edenlerin bir kısmının, daha çok demokrasi adı altında ülkemizin parçalanmasına destek verecek kadar işin ucunu kaçırdığını ibretle izliyoruz.
Bunu yapanlara aydın değil, “Tatlı Su Aydını” denir. Gerçek aydının tanımını ve görevlerini anlatmak için adeta bugünleri görerek gençlere seslenen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, ünlü “GENÇLİĞE HİTABESİ’ nin” Bazı bölümlerinde bakın nasıl sesleniyor;
“Gelecekte dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî düşmanların olacaktır.
Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şartlarını düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şartlar, çok olumsuz bir şekilde ortaya çıkabilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler.
Zorla ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şartlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî çıkarlarını, düşmanların siyasi emelleri ile birleştirebilirler. Millet, açlık ve sefalet içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ortam ve şartlar içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!”
18Temmuz 2010
***************************
Tüm uyarlara rağmen ülkeyi geçirmeye çalışan çeteye hoşgörü ile yaklaşan siyasi iradeyi temsil eden siyasetçiler, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile derin uykusundan uyanmıştır.
Aslında bu darbe kalkışması, Menderes dönemi ile başlayan ve altmış yıldır devam eden dininin siyasete alet edilmesinin doğal sonucudur. Tam altı yıl önce yazdığım yazıda söz ettiğim bu yanlışa destek veren aydın bozuntuları, bugün deşifre olmuş ve yargıda hesap vermektedir.
Ülke yönetiminde ki siyasetçilerin kandırıldık diyerek işin içinden sıyrılması kabul edilemez. Kandırılan siyasetçinin özür dilemesi de yetmez. Yapacağı tek şey, istifa etmektir. Bu kadar kolay kandırılan siyasetçilerin devleti yönetmeye devam etmesini de, toplum vicdanı kabul edemez.
Tarihi boyunca bu tür çok sayıda ihaneti yaşayan ve atlatan ulusumuz umuyorum ki, bu dönemi de atlatacaktır. İyi haftalar